Kayıp Ruh Maturidilik

Kayıp Ruh Maturidilik

Köşemdeki ilkyazımda insanın en büyük hataları en güçlü hissettiği anda yaptığını tarihe bir yolculuk yaparak anlatmak, bu hatanın Türklük ve Müslümanlık için tarihin akışını nasıl değiştirdiğine şahitlik edelim istedim.

‘’Dinin görevi insan ruhunu günahtan ve kötülüklerden alıkoymak, hükümetin görevi ise bireyin yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarını korumaktır. ‘’ demiş Batılılar dediğimiz toplumun ortaçağ zihniyetinden modern topluma dönüşümünü başlatan beyin takımından olan John Locke. Müslüman Türklerin itikadi imamı kabul edilen Maturidi ise paralel sayılabilecek “Diyanet siyasetten ayrıdır, çünkü siyaset/devlet yönetimi insan aklına, Kur’an ise vahye dayanır ” sözcükleriyle ifade etmiş görüşlerini.

İslamiyet öncesi Gök Tengri’ye, yani tek ilaha inanan Türkler için İslamiyeti kabul etme süreci çok kanlı savaşlara ve kayıplara neden olmuştur.  Türklerin İslamiyeti kabulüyle İslam dini yepyeni bir soluk, ruh kazanmış, Arap kabilelerinin dini iken cihana mal olmuştur. Bu soluk ve ruh Maturidiliktir. 

Nedir Kuzey Müslümanlığı olarak da bilinen Maturidilik?

İslamiyet sonrası Türk kültürünün temel özelliklerinden vazgeçmeden, İslamiyette o zamana kadar baskın olan nakli anlayışın yerine akli anlayışı, yani bilimi merkeze koyup egemen kılan bakış açısıdır Maturidilik. İlk emri ‘’Oku‘’, yani bil, idrak et olan, peygamberi ‘’İlim Çin’de de olsa gidiniz ve alınız‘’ diyen İslamiyet dini, Hakk’ın insana verdiği en büyük nimet olan aklı, yani bilimi, sorgulamayı, araştırmayı, gelişmeyi dümene geçirerek ruhuna, özüne dönmüştür. Maturidi bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durmuştur. Her insanın aklını kullanarak ” görüşünün doğruluğunu kanıtlayan karşı durulmaz bir delile sahip” olması gerektiğini savunmuştur. Bilgi edinmenin yollarını nakli (atalardan gelen), duyu organları ve akıl olarak özetlemiştir. Aklın bilimin edinilmesine kılavuzluk eden en önemli unsur olduğunu vurgulamıştır. Amel ile imanı ayrı tutmuş, ayrı mefhumlar olduğunu savunmuştur.  İmansız, yani ahlaksız ibadeti, insan-ı kâmil olmanın önündeki en önemli engel olarak görmüştür. Devleti yönetenlerin meşruiyetlerinin kaynağı olarak ilahi gücü görmelerinin, göstermelerinin İslamiyet’in ruhuna aykırı olduğunu ifade etmiştir. Ona göre Akıl insana verilmiş ilahi bir emanettir. İnsan varlığını ve diğer varlıklardan üstünlüğünü ancak aklıyla anlayabilir. Aklını kullanmayan kişiler ilahi emirleri anlayamaz, idrak edemez. Kuramlarında İnsanın iradesinin önemine işaret ederek, insanın işinde, iradesinde hür olmasından sorumlu olduğunu savunmuştur. Ne zaman İslam dünyası bu ruhu merkezine koymuş bugün Batı Medeniyeti dediğimiz yaşam standardına 700-800 yıl fark atmıştır. Ne zaman onu ihmal ederek bilimde, felsefede, kültürde ve düşüncede üreticiliğini yitirmiş, farklı fikirlere saygı kaybolmuş o zaman bunların neticesi olarak silikleşmeye, donuklaşmaya başlamış, tebliğ yerini ezbere, tekrara bırakmıştır.

Türklük ve İslamiyet bu tekrarı, ezberi, taklidi aşamayarak Maturidiliğe sırt dönmenin bedelini ödemiştir ve ödemeye devam etmektedir.

Yavuz Sultan Selim askeri olarak sadece 9 yıl tahtta kalmasına rağmen imparatorluk topraklarını 2,5 katına çıkaran bir dehadır. Önce doğuyu fethetmiş, sırtını sağlama aldıktan sonra batıya dönmüş ve çok büyük zaferler elde etmiştir. Ama siyasi olarak çok büyük bir hata yapmıştır. Nedir bu hata? 1517’ de Ridaniye Zaferi sonrası Mısır’ı fethedip Hilafeti Osmanlıya geçirirken askeri açıdan zirve yaptığı anın, yani en güçlü olduğunu hissettiği anın sarhoşluğuyla siyasi olarak bir hata yapmıştır.

Hilafetle birlikte yaklaşık 2000 civarında Arap ve Yahudi dönmesi bilim adamını İstanbul’a getirerek çok kritik bir siyasi hata yapmış İmparatorluğunu ve İslamiyet’i zehirlemiştir.

En güçlü, en sevinçli, en mutlu anlarda akıl duyguya yenilirse çok ağır bedeller ödenir. Yapılan bu siyasi hatanın sonucu o tarihe kadar medreselerindeki ulema sınıfında hakim olan Kuzey Müslümanlığı yani Buhara/Semerkand merkezli Maturidi ekolünün yerini Eşari ekolü almaya başlamıştır. Aklı, bilimi felsefe yerini nakli ve şekli ilme ve felsefeye bırakmış, bu değişiklikle birlikte imparatorluk toprak olarak en büyük olduğu yıllarda zehri vücuda zerk ederek ruhunu ve geleceğini kaybetmeye başlamıştır. Pozitif bilimler, verilen fetvalarla şeytan işi olarak görülmeye başlanmıştır. Biri Batı’da diğeri Doğu’da, aynı asırda ve aynı zaman dilimi içerisinde inşa edilen iki bilim akademisi olan Takiyyüdin’in İstanbul Rasathanesi ile Brahe’nin Uraniborg’unun yolları, birinin kalıcı olup daha büyüklerine öncülük etmesi, ötekisinin ise şeyhülislam fetvası ve padişah onayıyla içindeki bilimsel şaheserlerle birlikte topa tutulup yakılıp, yıkılarak daha yatağında boğulmasıyla ayrılmış,  bunun sonucu olarak Doğu ile Batı’nın kaderleri değişmeye başlamıştır. Bu tarihe kadar ilmin ve felsefenin merkezi ve odağı olan, ezeli rakibi Batıdan 700-800 yıl önde olduğu tahmin edilen Doğu en yüksek mertebedeki din adamlarının fetvalarıyla büyük bir çöküşe başlarken, Batı bugünkü modern toplum ve medeniyet standartlarının temellerini atmıştır.

Cehalet bir kader değil, tercihtir.

Yaşadığımız bilim çağında Müslüman coğrafyaların sürekli şiddet, fakirlik ve savaşlarla boğuşmasının sebebi, 1517’ de en güçlü padişahlarından birisinin, en kudretli olduğunu hissettiği bir anda duygularına yenik düşerek verdiği bir hatalı karardır. Çocuklarımızı Maturidi ruha göre yetiştirmeye, yani hayatın merkezine aklı ve bilimi koymaya başladığımız gün kaderimizin değişmeye başladığı gün olacaktır.

Mesut Bayer

İlgili Yazılar