Kur’an- Kerim’in temel akidelerinden biri, vahyin tarihsel sürekliliğidir. Hayatın devamlılığı ve organik bir süreç oluşu vahyin bakışında önem arz eder. Bu zihin tarihi için de geçerlidir. Dolayısıyla bütün ilahi kitaplara iman esastır.
İslam vahyinin anlaşılması noktasında, ilk dönem içinde problem yaşanmadığı görülür. Çünkü bizzat Peygamber eliyle her ayet hayata taşınmaktadır. Canlı Kur’an nitelemesi bundan dolayıdır.
Peygamberimizin vefatını müteakip, vahyin anlaşılması ile ilgili farklı yaklaşımlar, tartışmaları da beraberinde getirir.
Burada ortaya çıkan en önemli husus, İlahi olan ( metin) üzerinde beşeri bilincin/farkındalıkların farklılığıdır…
Vahyin insan için gelmiş olması/insanla buluşması, ilahi bilginin beşeri bilgiye dönüşmesiyle ancak mümkün olabilir. Çünkü muhatap insandır ve aklı devreye girmektedir. Vahyi kavrayan, algılayan, yorumlayan olduğu andan itibaren, İlahî olanın beşeri olanla birlikteliği başlamış demektir. Yani vahiy, içinde ilahi mesajlar taşıyan, beşeri bilgi haline gelir. Dolayısıyla hiçbir meal ya da tefsir Kur’an’ın kendisi değildir.
Bu, haliyle pek çok soruyu beraberinde getirecektir. Akıl, vahiy metnini, ister motamo çevirsin, ister çıkarsamalarda bulunsun, bu kararı akıl verdiğine göre, akıl vahiyden önce mi gelmektedir?
Kendi vahyin önünde midir, değil midir? Ya da vahyi önceleyerek,(bunu da yapan akıl olduğuna göre)vahiy akıldan önceliklidir denilir mi?
Bu ve benzer sorular, insanoğlunun yüzyıllardır tartıştığı akıl-vahiy konusuyla ilişkilidir.
Pozitivizm ve materyalizm gibi akımlar, vahye karşıt olmak üzere aklı, bilimi öne sürmüşlerdir.
Buna karşıt olarak, aklı devreden tamamen çıkartıp, her şeyi vahiyle anlamak gerekir, vahiy yeterlidir diyenler de olmuştur. Hatta bu tartışmalara seküler akılla vahiy anlaşılır mı soruları da girmiştir.
Ancak hemen ifade edelim ki akıl-vahiy birlikteliğinin önü açık tutulduğu sürece gerçek bir dinamizm, derinlikli zengin tefekkürler oluşur. Ne zaman ki nakilcilik öne çıkmış, akıl rafa kaldırılmıştır, İslam dünyasında düşüncenin önü kesilmiştir.
Mezhepler aklın ürünleridir
İtikadi mezhepleri doğuran ana problemlerden biri de yine bu soru olmuştur. Yani vahiy mi önceliklidir, akıl mı?
Selefîlik, Eş’arilik, Maturîdilik ve Mutezile bu tartışmanın farklı taraflarını oluşturmaktadır. Selefiler vahyi, Mutezile ise aklı öncelikli kabul etmişlerdir.
Ehl-i sünnet inancını oluşturan, Maturîdi ve Eş’ari ise akıl ve vahyi esas alarak orta yolu benimsemişlerdir.
İslam dünyasının büyük çoğunluğu, ibadet konusunda Hanefi Mezhebine yani İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye bağlıdırlar. İnançta ise, İmam Maturîdi’yi ve İmam Eş’ari’yi önder kabul etmişlerdir. Ancak öne çıkan isim Eş’ari’dir, Maturîdî ve görüşleri geri plana itilmiştir.
Hatta İmam-ı Maturîdi’nin eserleri uzun yıllar ne yazık ki tercüme dahi edilmemiş, okurların istifadesine sunulamamıştır. İmam Maturîdi ve İmam-ı Azam bütün açıklamalarında aklı öncelemişlerdir.
Akıl vahiy ilişkisini sistemli bir yapıya kavuşturan İmam Maturîdi olmuştur.
Mezhepte Maturîdi’yi seçmemize rağmen, toplumda Eş’ari’lik makes bulmuştur. Alimlerimiz neden Eş’ari’nin bakış açısını yeğlemişlerdir? Acaba teslimiyetçi, sorgulamayan, aklı devre dışı bırakan bir inanç sistemi, insanların kolayına mı gelmektedir? Ya da iktidarın, gücün, tahakkümüne Eş’arilik daha mı yatkındır?
Aklı olmayanın dini yoktur
Yaratılan ilk şeyin akıl olduğu söylenir. Mükellef olmanın şartlarından biri, hatta ilk şartı akıl sahibi olmaktır. Peygamberimiz “Aklı olmayanın dini yoktur” buyurur.
Vahiy, akıl tarafından anlaşılmak üzere gönderilmiştir. Dinimizi vahiyden öğreniriz, ama akılla kavrarız.
Yüzlerce ayet insanı her alanda akl etmeye, düşünmeye davet etmektedir. Akıllarını kullanmayanlara, alçaltıcılığın, bayağılaştırıcılığın musallat edileceğini söyleyen de vahyin kendisidir. Hakikat akıl ve vahiy birlikteliğindedir… İkisi de aynı kaynaktan beslenir çünkü. Bu ikisinin de vazgeçilemez olduğunun göstergesidir.
Ayşe Sucu, Sözcü, 02 Nisan 2012