Bardakoğlu: Kur’ân’ı anlamada nerede hata ettik?
Eski Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu İslâm dünyasının tek Allah’a ve Peygamber’e inandığını ancak bugünkü haliyle Müslümanlar ile Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in sünneti arasında ciddi bir örtüşme görmediklerini söyledi. Bardakoğlu, bir yerde bir şeyler yanlış yapılmış olabileceği düşüncesiyle Kur’an-ı daha iyi anlamak için Kur’an Araştırmaları Merkezi’ni kurduklarını anlattı.
2003-2010 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Ali Bardakoğlu, 2013 yılında kurulan Kur’an-ı Kerim Araştırmaları Merkezi’nin (KURAMER) müdürlüğü görevinde bulunuyor. Kur’an-ı Kerim’i daha geniş bir çerçeve ile anlamak amacıyla kurulan KURAMER’de yapılan çalışmalar yakında okuyucuyla buluşacak. Bardakoğlu, İslâm dünyasında yaşanan sıkıntıların en büyük nedeninin Kur’an-ı Kerim’i iyi anlamamak ve uygulamamak olduğunu belirtiyor. Bu nedenle Müslümanların başkalarını suçlamak yerine önce kendilerini eleştirmeleri gerektiğini söylüyor. Son dönemde İslâm ulemâsını ciddi bir sorun olarak gördüğünü belirten Bardakoğlu, bu ulemânın Kur’an-ı Kerim’in mesajını 21. yüzyıla nasıl taşımak, dindarlığı nasıl inşa etmek gerektiğini konularında kafa yorması gerektiğini belirtiyor. Ali Bardakoğlu ile İslâm dünyası ve Türkiye’deki sorunları, Kur’an-ı Kerim’i anlama çabalarını, KURAMER’deki çalışmaları konuştuk.
Kur’an Araştırmaları Merkezi Türkiye’de ilk defa sanıyorum. Nedir amacınız?
1,5 milyarlık bir İslâm dünyası var ve İslâm dünyası tek Allah’a, Hz. Peygamber’e, ahirete inanıyor, Kur’an-ı Kerim’i kutsal kitabı biliyor. Ancak bugünkü haliyle Müslümanlar ile Yüce Kitabımız ve Efendimiz’in sünneti arasında ciddi bir örtüşme görmüyoruz. Bir yerde bir ârıza var, bir yerde bir şeyler yanlış yapılıyor olmalı. Su bu kadar bulanık kapımızın önüne gelmemeliydi. Bu su nerede kirlendi? Onun için biz bir grup, bu işin gönüllüsü, bu işin sızısını yüreğinde hisseden akademisyen, gönül insanı, işadamıyla Kur’an-ı Kerim Araştırmaları Merkezi’ni kurduk. Yüce Kitabımızı biraz daha derinden anlamaya ve anladıklarımızı toplumla paylaşmaya çalışalım dedik.
“Kur’an-ı Kerim’in bu evrensel mesajı ile günümüz insanını buluşturalım istedik”
Nasıl bir çalışma yapıyorsunuz?
Vahiy, dinler tarihi, nüzul ortamı, siret, Mushaf tarihi ve sünnet çalışma alanlarımız arasında… Tabii, tek hakikatçı, her şeyi ben bilirim, hiç kimse şimdiye kadar bunları anlamadı, ilk defa biz anlıyoruz gibi bir iddiayla yola çıkmadık. 14 asırlık zengin bir mirasımız var, Kur’an-ı Kerim’in, Peygamber Efendimizin sünnetini, İslâm’ın tarihini bir de biz anlayalım hatta biraz daha geriden başlayalım dedik. İnsanlığın ortak tecrübesi nedir, bu tecrübe içerisinde Kur’an’ın mesajı neye tekâbül ediyor? Allah’ın iki kitabı var: Biri kâinat kitabı, yani yerleri gökleri önümüze serdiği kâinat. Bir de kelâmının insana ve dünyaya indirilmiş hali olan Kur’an-ı Kerim. Kur’an’ın getirdiği vahiy ile Allah’ın diğer kitabı olan kâinat kitabı arasındaki uyum nedir? İkisi arasında çelişki olamaz çünkü hepsinin kaynağı kâinatın yüce yaratıcısıdır. Böyle bir düşünceyle Kur’an-ı Kerim’in bu evrensel mesajı ile günümüz insanını buluşturalım istedik.
Mesela günümüzde Batılıların İslâmofobya’da kullandıkları ve sürekli gündeme taşıdıkları belli ayetler, Hz. Muhammed’e ait belli örnekler var. Bu ayetler Kur’an’da yok diyemeyiz. O ayetler Kur’an’da var. Öyleyse Batılıların istismar ettiği, İslâmofobiya için malzeme olarak kullandığı, İslâm’ı şiddet, uzlaşmazlık, kavga, öfke dini olarak tanıtmada öne çıkardığı ayetleri doğru anlamaya çalışmamız lazım.
Ne zaman başladı çalışmalar? Kaç kişilik bir ekiple çalışıyorsunuz?
2013’te 90 civarında hocamızla birlikte altı büyük projeyi başlattık. Bunlar devam ediyor. 2016 yılı inşallah bunların ürün vereceği bir yıl olacak. Yazıların büyük bir kısmı geldi.
Ne göreceğiz bu çalışmaların sonucunda?
10 – 12 ciltlik, Kur’an’ı sağlıklı doğru anlamanın olmazsa olmaz ön bilgilerini topluma sunmak istiyoruz. Kur’an’ı anlamanın zihnî bilgi veri tabanları olacak bunlar. Ayrıca kavramlarla ilgili kitap çalışmalarımız var. Gayb, mucize, yaradılış gibi…
Kur’an-ı Kerim’i bazı insanlar gökten tek seferde bir metin olarak indi diye algılıyor. Bu nedir, neden geldi, nasıl geldi? İlahi kelâm nedir, ilâhi kelâma insan nasıl ulaşır, nasıl anlar? Bizim anlama dünyamıza bu kelâm nasıl geldi, gelirken neleri getirdi, neleri öne çıkardı, peygamberlerin misyonu nelerdir? Bütün bunların bir felsefi, kelâmi bir incelemesi gerekiyor. Ayrıca dinler tarihi çalışmaları çok önemli. Çünkü İslâm dini sadece ve sadece son din. Son ve tamamlayıcı din. Bunların öncesindeki semâvi dinlerle, sami dinleriyle, kültürleriyle Kur’an-ı Kerim’in irtibatının görülmesi gerekiyor. Aralarında ortak noktaların olması gayet tabii bir durum, çünkü orijinal haliyle hepsinin temeli ilahi vahiy.
Tefsir ötesi bir çalışma yapıyorsunuz yani…
Evet, Kur’an-ı Kerim’in nüzul ortamını ve onun Arap kültürü ile Arap tarihi içindeki yerini anlamak önemli. Çünkü Kur’an-ı Kerim ayetlerini okuduğunuz vakit, o günkü Arap dünyasının, Hicaz Araplarının günlük hayatını, aile hayatını, kibrini, gururunu, faziletlerini, erdemlerini bir çok şeyi görüyorsunuz. Bu kültürü bilmeden, Kur’an’ın neden böyle hitap ettiğini, neden bazı şeyleri öne çıkardığını, neden bazı metaforları kullandığını anlamamız zorlaşıyor. Dolayısıyla yaptığımız çalışma bir tefsir çalışması değil. Tefsir ötesi bir çalışma. Kur’an’ı sağlıklı, doğru, soğukkanlı anlamak için olmazsa olmaz bilgilere ilişkin geniş kapsamlı bir çalışma. Hz. Peygamber (a.s)’in hayatını anlamadan yaşadığı 23 yıllık peygamberlik serüvenini bilmeden Kur’an ayetleri konuşulmaz diye düşünüyorum. Kur’an-ı Kerim’in yaklaşık üçte biri, o günkü yaşanan olaylarla birebir ilişkilidir ve onların bir bakıma canlı belgeleridir.
“İslami ilimlerin içine tarih, sosyoloji ve antropoloji girmek zorunda”
Bütün bu konuları araştıracak uzman kadro var mı?
Türkiye’de Arap dili fonetik uzmanımız, imlâ uzmanımız, harf uzmanımız yok, yazı tarihi uzmanımız yok. Mushaf Tarihi uzmanımız çok az. Bizim Mushaf Tarihi çalışmamız var. Yani Kur’an-ı Kerim’in yazılım tarihi. Biliyorsunuz Kur’an bize yazılı olarak gelmedi. Mushaf Tarihi’ne dair bir çalışma ekibi kurduk. Dünyadan bu konuda uzmanlar geliyor bize sunum yapıyorlar.
Bazı alanlarda uzman sıkıntısı çekiyoruz. 90-100 tane İlahiyat Fakültesi kurmak değil; önemli olan, bu fakültelerin akademik bir programa göre çalışması ve hedeflerinin olması gerekir. Gönül ister ki bu alanlarda belli fakülteler, belli enstitüler kurulsun, belli araştırmalar yapılsın belli uzmanlar yetişsin. Yani akademik çalışmanın ne olduğu, ilmi çalışmanın nasıl yapılacağı konusunda ilâhiyat fakültelerinin kendi aralarında çalıştaylar yapması gerekir… İslâmi ilimlerin tarihi, bilim tarihi konusunda ciddi eksikliklerimiz var. 20. yy İslâm dünyasını takip eden hiç bir kurumumuz ve ana bilim dalımız yok. Biz ilâhiyat fakültelerinde İslâmi ilimleri, dini bilgiyi İslâm’ı tarihteki şekliyle düz bir satıhta oluşmuş bilgiler olarak alıyoruz. İslami ilimlerin içine tarih, sosyoloji ve antropoloji girmek zorunda.
Dünyada örnekleri var mı Kur’an araştırmaları merkezinin?
Batı’da ciddi çalışmalar var. Mesela Mushaf tarihi çalışmaları var.
Kur’an’ın yazılımında nüshalar arasında farklılıklar var mı, İncil’de olduğu gibi farklı rivayetler olmuş mu, insanların buna bir müdahalesi olmuş mu, içinde insan sözü peygamber sözü tasarruflar var mı diye merak ediyorlar. İslâm dünyasındaki bütün mushaf parşömenleri, Yemen’deki nüshaları Batı’ya götürmüşler. Belki ellerinde 30-35 bin veri kaydı var. Biz de benzeri eski Mushaf nüshaları üzerinde çalışıyoruz. Biz de onlara ulaşmaya çalışıyoruz. Bu Batılı araştırmacılarla da temas halindeyiz. Onlardan öğreneceklerimiz var, onlara anlatacaklarımız var.
İslâm dünyasında da belki binlerce Kur’an-ı Kerim merkezi var. Onların neredeyse tamamı hafızlık merkezleridir. Ama bizim kastettiğimiz anlamda Kur’an Araştırma Merkezi mesela Cidde’de, İran’da, Malezya’da var. Onlarla temas halindeyiz. Kuzey Afrika’da bir merkez ile temas halindeyiz. İslâm dünyasındaki Kur’an Araştırma Merkezleri ile temaslarımız başladı. Şimdi bizim bir hedefimiz de onların en önemli 8-10 tanesiyle bir araya gelip “ortak neler yapabiliriz?” bunu konuşalım istiyoruz.. Gönül arzu eder ki bunlarla biz ortak bir platformda buluşalım, bir işbirliği hattı geliştirip belli projeleri gerçekleştirelim..
Kur’an-ı Kerim evrensel ve tüm zamanlara hitap etmiş bir kitap. Ancak içinde geçen kıssalar o dönemin şartlarına göre anlatılıyor. Çalışmalarınızda bugünün şartlarına nasıl hitap ettiğini mi anlamaya çalışacaksınız?
O zaman Kur’an, Hz. Peygamber’e siret olayları karsısında ne dedi, kime nasıl hitap etti ve bu hitap nasıl anlaşıldı? Bu bir sorudur. Ama asıl bugünkü 21. yy Müslümanlarının sorması gereken soru, biz bugün ne anlamalıyız? Ne anlarsak doğru yaparız? Yüce Mevlâ bu kitabını gönderirken, o zamanın insanlarına hitap ederken aynı zamanda bana da hitap ediyordu. Çünkü benim de 14 asır sonra Kitabımı anlamak isteyeceğime göre Kur’an-ı Kerim’i gönderdi. Peygamberin ümmeti olarak o hitabın içine benim de anlayacağım mesajları yerleştirdi. İşte onun için ilim olmadan, ilmi çalışma olmadan Kur’an’ın çağrısının anlaşılması, hitabının evrensel mesaja dönüşmesi zor. Yani Kur’an’ın sadece bir sözlükle anlamaya kalkmak son derece yanlış olur. Bu Arapça bilme meselesi değildir.
“Biz İslâm’ı anlayamadık”
İslâm dünyasının içinde bulunduğu sıkıntıları da Kur’an’ı anlayamamasından mı kaynaklanıyor?
Din bir bütündür. O bütünlük içinde dini anlamamız lazım. Bugünkü Müslümanların bir sorunu da dinin belli alanlarına dindarlıklarını yoğunlaştırıp yani görselliği öne çıkarıp görsel dindarlığı öne çıkarıp diğer alanlarda adeta dünyevileştiler. Diğer alanlarda hayatlarını kendi akışına bıraktılar. Halbuki bütüncül bir din mesajını anlamamız lazım. Çevrede, insan haklarında, temizlikte, çalışkanlıkta, üretmede, çocukların eğitiminde, sağlıkta, sosyal adalette… Hayatın her alanında dinin o rahmetinin, adaletinin, merhametinin gerçekleşmesi lazım. Dindarlık tarzımızı, bilincimizi gözden geçirmemiz lazım. Daha kapsayıcı, daha bütüncül bir dindarlık tarzı inşa etmemiz lazım. O zaman zaten kendiliğinden sorunlar çözülür.
İsrâ sûresini açın bakın en temel genel ahlâk prensiplerini orada bulursunuz. Bir huzurlu toplumun, refah toplumun olması için ne gerekiyorsa o normların her birinin işaretleri orada var. İslâm toplumu merhamet ve adalet üzerine gelişti. Şimdi biz bunu kaybettik. İslâm dünyasında sosyal adaletten neden söz edemiyoruz? Eğer biz Kur’an-ı doğru anlasaydık bunu topluma aktaracaktık. Allah’ın nimeti herkese yetecek kadar boldu. İslâm dünyası neden bu halde? Bu kadar acımasızlığın olduğu, sosyal adaletin olmadığı bir İslâm dünyasında şiddetin, öfkenin, nefretin, ayrışmanın olmaması mümkün değil. Biz İslâm’ı anlayamadık. Batılıların iddia ettiği gibi, biz İslâm’ı anladık da içimizden IŞİD çıktı değil yani.
Kur’an-ı Kerim zor anlaşılacak bir kitap mı, biz mi anlayamıyoruz? Sorun nerede?
Kur’an bir kere Mübin bir kitap. Kur’an-ı Kerim anlaşılır bir kitap. Şifreli bir kitap değil. Sihir büyü içeren bir kitap değil. Kur’an-ı Kerim’in etkisinin hikmetinin böyle sihirde büyüde harfleri arasında gizli kapaklı şeylerde aranmaması lazım. Allah “Ben bu kitabı Mübin bir kitap olarak gönderdim” diyor. Yani Arabi bir kitap. ‘Arabi’ demek apaçık demek. Meramını apaçık ifade eden kitap demektir. Arapça demek değildir. Bir Müslüman kendi dindarlık ahlakı, yol haritası için Kur’an-ı okuduğu vakit, gerekli mesajları alır. Bunun için hiç bir aracıya hiç bir kademeye ihtiyaç yoktur. Ama Kur’an-ı Kerim’i derinlemesine, ilmî şekilde dediğimiz zaman elbette biraz kafa yormak gerekir. O zaman bir tercüme bürosunun yapacağı iş değil. Yani iki şeyi birbirinden ayırmak lazım. Kur’an-ı Kerim’in bir de o siretle, sünnetle, tarihle diğer kutsal kitaplarla ilişkisi, o metaforları, kıssaları anlatmak ise büyük bir ilmi birikimi, ciddi bir çabayı gerektirir. Zaten birey bu işlerle mükellef değildir. Bu ilmî bir meseledir. Onun içinde elbette Kur’an üzerinde ciddi araştırmalar yapmamız gerekiyor.
“Kul sözü ile Allah sözünü ayırmak lazım”
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması önündeki engellerden bahsediyorsunuz internet sitenizde. Nedir o engeller?
Çok engel var. Yani Kur’an-ı Kerim hakkında gelenekte üretilen bilgileri de zaman zaman kutsallaştırabiliyoruz. Yani âlimlerin kendi dönemlerinde kendi şartlarına göre yaptığı yorumlar ile Kur’an-ı Kerim’i, Allah’ın beyanını ayırmak lazım. Kul sözü ile Allah sözünü ayırmak lazım. Kul sözü ile peygamber sözünü ayırmamız lazım. Bir de Müslümanların daha sonra bunlar üzerinde geliştirdiği yorumlar görüşler var ki bunlar farklı şeyler. Allah ne diyorsa doğru söyler. Peygamber ne diyorsa doğru söyler ama ondan sonraki kişilerin sözleri bir yorumdan ibarettir. Onları anlamalıyız onlara saygı göstermeliyiz. Kendi zamanlarında çok önemli işler yaptılar ama Kur’an-ı Kerim’i anlarken, gelenekte öğretilmiş yorumların arasında sıkışıp kalmamalıyız. Onları kendi dönemlerine göre bir beşeri, bir anlama çabası olduğunu bilmeliyiz. Her dönemde Müslümanlar olarak biraz da “Bu Kur’an bana geldi aynı zamanda ben bundan ne anlamalıyım?” sorusunu sormalız.
İslâm âlimlerinin sorumluluğu var tabii…
İslâm âlimlerinin çoğu din hakkın da konuşurken “Kur’an’da …” diyerek “İslâm’da …” diyerek, Kur’an’da ve İslâm’da değil de kendi düşüncelerinde olan şeyleri öne sürüyorlar. Yani Allah’ın sözüyle kul sözünü ayırmak lazım. Kur’an’da diye başlayan, İslâm’da diye başlayan cümlelerin önemli bir kısmı bugün sorunlu cümlelerdir. Kur’an’da ve İslâm’da dediğimiz cümleler mutlaka Allah’ın kitabında, peygamberin sünnetinde açık beyan edilmiş şeyler olmalıdır. Kendi yorumlarımızı “İslâm’da…” diye söylemeye başlarsak ortaya binlerce İslâm çıkar. Herkese göre bir İslâm çıkar. Bugün radikal grupların dini grupların her birinin yaptığı da bu yanlış. İslâm’a haksızlık ediyorlar. Hâlbuki eski âlimlerin güzel bir geleneği vardı. Ebu Hanife, Malik, Şafi bir şey Kur’an’da varsa “Allah Kur’an’da buyuruyor” derlerdi. Peygamberimiz buyurmuşsa “Efendimiz buyurmuş” derdi. Ondan sonra da “Ben derim ki…” derdi. Yani “Benim görüşüm, benim yorumum” derlerdi. Ne kadar mütevâzı bir şey. Biz o tevâzuyu o sivil dili kaybettik. Yerini buyurgan ve yanıltıcı bir dil aldı.
“Demek ki sorun dinle değil zeminle alâkalı”
İslâm son yıllarda şiddet ile anılır hale gelmesinin nedeni de bu tür yanlış yorumlar mı?
İslâm coğrafyasında şiddet var, evet doğru. Şimdi dışarıdan çok dikkatli bakmayan İslâm’la bunun yakın ilişkisi olduğunu düşünür. Böyle düşünülmesini, uzaktan bakıldığında böyle görülmesini bir dereceye kadar anlamak lazım. Ama yakından, insaflı bir şekilde baktığımız vakit görürüz ki bu şiddet İslâm’dan çıkmış değildir. Yani sadece dinle değil, o insanların yaşadıkları hayatla, ilişkiler ağıyla, uluslararası ilişkilerle, stratejilerle, o adamın umutsuzluklarıyla, işsizliğiyle, açlığıyla, sosyal değerlerin, adaletin olmamasıyla, ülkesindeki siyasi rejimle, siyasi katılım ve ifade özgürlüğünün olmamasıyla alakası var. Kendini Müslüman olarak gören kişiler Allah’ın ayetlerini, dinin değerlerini kendi şiddetleri için gerekçe olarak kullanabiliyor. Ama aynı Kur’an, aynı din bir başka zaman diliminde, bir başka coğrafyada gıbta edeceğimiz iftihar edeceğimiz insanlık tabloları da ortaya koydu. Demek ki sorun dinle değil zeminle alâkalı. Zemin çok engebeli olmaya başlayınca, dini değerler de insanların günübirlik kavgaları için kullanılmaya başlıyor. Bugün kaosun yaşandığı ülkelerde, Hıristiyanlık olsa, Hz. İsa, Yahudilik olsa, Hz. Musa, Tevrat kullanılarak öne çıkarılarak bu şiddet olacaktı. Şiddetin kaynağını dinlerde anlamak yerine daha geniş zeminde aramak gerekiyor.
İslâmofobya’yı mı doğuran bu sorunlar mı?
Batı’da bu İslâm düşmanlığı had safhada ve tabii iki ayrı durum var burada, bir Batılıların İslâm dünyasını eleştirirken örnek olarak gösterdiği resimler, Kur’an-ı ve sünneti eleştirmeye kadar varan bir İslâmofobya ortaya çıkarken kullandıkları malzeme sahte bir malzeme değil. Gerçek resimler. Bunlar İslâm dünyasında oluyor. Yani sanal resimlerle sahte montaj resimlerle insanlığı kandırıyor değiller. Ama İslâm dünyası bu olumsuz örneklerden de ibaret değil.Madalyonun sadece bir yüzü yok. Öte yandan bu olumsuz resmin arkasında çok farklı etkenler var. Dini argumanların kullanılması işin sadece önde görünen kısmı.
Bu olumsuzlukların nedenlerine de inmek gerekmez mi?
Şimdi burada Batılıları suçlayarak, “Siz yanlış yapıyorsunuz, İslâm düşmanlığı yapıyorsunuz” diyerek değil önce kendi kapımızın önündeki kiri pası yanlışı analiz ederek yola çıkmamız gerekiyor. Neticede başka bir din mensubunun, İslâm hakkında çekincelerinin kaygılarının tepkilerinin olmasını anlayabiliyoruz. Bu ilk defa olmuyor. Biz diğer din ve kültür havzalarıyla öteden beri, ta Haçlı Seferlerinde, Endülüs’te, Kuzey Afrika’da, Anadolu’da karşılaştık. Müslümanlar farklı dinlerden her zaman belli tepkiler gördüler. Belli eleştiriler aldılar. Ama Müslümanların ayakları yere sağlam bastığında özgüvenleri yüksekken bunları atlattılar. Netice itibariyle Allah dünyada farklı insanlar farklı inanışlar yaratmış ve diyor ki “Ben şayet dileseydim bütün insanlar tek bir inanç üzere olurdu.” Bu çeşitlilik Allah’ın hikmetinin bir tecellisidir. Böyle olunca biz Batılılara niye dil uzatıyorsun diye sormadan önce kendimizi anlamaya çalışıyoruz. Bu olumsuz örnekler aramızdan neden çıkabiliyor? Biz bunların çıkamaması için hangi tedbirleri aldık da bu yanlışlar ortaya çıkabildi ya da tedbir aldık mı, almadık mı? Yanlış yaptık mı yapmadık mı, sorularını sormamız gerekiyor.
Nasıl bir din eğitimi verilmeli okullarda?
İslâm dünyası olarak verdiğimiz dini eğitimin, din hakkındaki bilginin yeni baştan gözden geçirilmesinde fayda var. Ben bu kadarını söyleyemek zorundayım. Çünkü din hakkında verdiğimiz bilgilerin bir çoğunun gelişmeden sonra bu gelişmelerden sonra gözden geçirilmesi gerekiyor. Çünkü burada örnekler vererek tartışmayı başka alana çekmek istemem ama ben bugün din kültürü, din bilgisi, ilâhiyattaki dini eğitim, İslâm dünyasındaki dini eğitim, İslâm dünyasındaki şeriat fakültelerinde dini eğitimin müfredatı içerdiği mesaj konusunda ciddi kaygılarım var. İslâm dünyasının ulemâsının şahsen bir ciddi bir sorun olarak görüyorum.
Sadece Şia dünyasındaki Ayetullahları kastetmiyorum. Sünni dünyada da adı konmamış bir ulemâ hegemonyası oluştu. Fetva sektörü oluştu. Dini bilgi üretiminde kendini merkeze alan sansürcü anlayışlar oluştu ve bunların sonuçlarına bakarak ulemanın da kendilerini eleştirmesi tartışması biz nerde yanlış yapıyoruz demesi gerekiyor. Ulemânın, “Biz iyi anlatıyoruz ama toplum yanlış anlıyor” ya da “anlamıyor” diye sorumluluğu başından savması doğru değil. Şahsi kanaatim bu. 21. yy’da dini bilgiden ne kastediyoruz, dini ilimler nasıl olmalı, özü, mesajı ne olmalı konusunda İslâm âlimlerinin kafa yorması gerekiyor. Kendilerini eleştirmesi gerekiyor. İslâm ulemâsı 21. yy’da yaşadığının farkında olmalı. 21. yy Müslümanlığını dindarlığını nasıl inşa etmemiz gerektiğine kafa yormak zorundayız.
Haber: Sümeyye Ertekin, aljazeera muhabiri
Kaynak: aljazeera.com