Dini Anlama Ve Yaşama Tarzları Olarak Mezhepler, Riyaset Ve Din Tacirliği Olarak Mezhepçilik
Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
11 Eylül 2001 aslında yeni yüzyıl başlangıç tarihidir. ABD merkezli küresel güçler, enerji üretim ve arz merkezlerine, demokrasi insan hakları vb gerekçelerle müdahalelerde bulunmaya başladı. Irak’tan başlayarak (bir zamanlar ipek yolunun güney hattı olan) Afganistan ve Pakistan bölgesine kadar alanda “sürekli bir istikrarsızlık” durumu oluşturuldu. Rusya, Çin ve bu Batı’nın çekim merkezi dışında olan güçler de karşı grup olarak buralardaki etkinliklerini devam ettirmek istiyorlar.
Orta doğu enerji üretim ve arz merkezleri (Türkiye, Afganistan/Pakistan vb) küresel güçlerin sürekli ilgi odağı ve satranç hamleleri şeklinde bir grup diğerinin etkisini kırmaya çalışıyor. Bu ilginin nedeni dünya petrolünün 3/2 buradan çıkmasıdır. Burada 2001 yılından itibaren sürekli çatışmalar çıkartılıyor ve Müslüman halklar, demokrasi, insan hakları adına yapıldığı iddia edilen savaşlarla perişan durumdadır.
Körfez savaşları ve Irak işgali ile ABD ve yandaşları fiilen bu bölgedeler ve Musul operasyonu 62 devletin işbirliğiyle yürütüldü. Rusya, Çin ve İran karşı grup olarak bölgede etkinler. Özellikle 2010 Arap Baharı adıyla soğukkanlı reel bir politik ile bölge yeniden şekillendirilmektedir. Irak, Suriye ve Yemen’de her gün çatışma haberleri gelmekte, taraflar özgürlük, eşitlik ve adalet için savaştıklarını söylüyorlar. Bize göre, küresel güçler, birbirleriyle doğrudan çatışmak yerine vekalet savaşı yapıyorlar.
“Mezhepçilik” bu vekâlet savaşlarının temel hareket noktasını oluşturuyor. Tarihin Sonu ve Medeniyetler arası Savaş teziyle Batı’nın enerji üretim ve arz merkezlerine yönelik savaşlarına meşruiyet araması, yerini Şii/Selefi çatışmalarıyla Medeniyet İçi Çatışma’ya bıraktı. Taraflar ise her ikisi İslam Devleti sıfatını taşıyan İran ve Suudi Arabistan. İran, Suriye, Lübnan ve Irak’taki Şii grupları; Suudi Arabistan’da bunları tekfir ederek karşı grupları (Daeş vb) destekliyor. İran’ın Yemen’deki Husilere yardım ettiğini iddia eden Suudi Arabistan koalisyon güçleri adına bölgeyi sürekli bombalıyor.
Arap Dünyasında Ataerkil/Kabilevi Yapı
Osmanlı dağılınca 1916’da İngiltere temsilcisi Sir Mark Sykes ile Fransa temsilcisi M. F. George Picot arasında imzalandığı için adına “Sykes-Picot Antlaşması” denilen metin gereği, Arap dünyası mezhep ve kabile farklılıkları temel alınarak yeniden düzenlendi. Potansiyel çatışma noktaları oluşturularak İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya arasında paylaştırıldı.
Kabilevi, patrimonyal, ataerkil yapı denilince, Ürdün Haşimi Krallığı, Suud Arap Krallığı, Saltanat-ı Umman (Oman), Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap ve Katar devletlerin hepsinin yönetiminde bir kabile vardır.
Ayrıca cumhuriyet ve sosyalizm kavramlarını kullanan devletler de vardır. Tunus Cumhuriyeti, Irak Cumhuriyeti, Mısır Arap Cumhuriyeti, Suriye Arap Cumhuriyeti, Sudan Cumhuriyeti bunlara örnektir. Suriye’nin sürekli destekçisi olan Rusya’nın SSCB ana varisi olduğunu süresiz üs kurduğunu hatırlayalım. Bu kabilevi yapının iyice girift hal aldığı yerler ise el-Cumhuriye el-Cezairiyye ed-Demokratiyye eş-Şa’biyye el-İştirakiyye nitelendirilen Cezayir ve Libya’dır.
Çünkü bu devletler kendilerini hem Sosyalist, hem Cumhuriyet hem Demokratik diye nilelendirdiler, Bugün el-Cemahiriyye el-Arabiyye el-Libiyye eş-Şa’biyye el-İştirakkiyye el-Uzma diye resmi ismi olan Libya’nın kaça ayrılacağı belli değildir.
Ortadoğu’a kabilevi yapı o kadar etkindir ki, her gün onlarca aynı dini ve dili paylaşan insanlar birbirilerini öldürüyor ama Petrol ihraç Eden Ülkeler Örgütü, Arap Birliği, İslam Konferansı Teşkilatı, Körfez işbirliği Konseyi gibi yapılanmaların şiddet eylemlerine yönelik ciddi bir önlemi bulunmuyor. “Müminler bir haksızlığa uğradıkları zaman yardımlaşırlar” (K.K;42/39) ayetinin hükmüne ne oldu?
Birbirimize karşı en güzel sözü söylememiz gerekirken, apaçık bir düşman (fiziksel ve metafiziksel) şeytanın (K.K;17/53) aramızı bozmasına niye engel olacak tavır ve tutumlar içinde değiliz? “Müminler ancak kardeştir, Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin” (K.K,49/10) ayetinin hükmü niçin uygulamaya konulmuyor? Karmaşık yapıyı şeriatla yöneltildiğini söyleyen Şii ve selefi grupların bu ayetlere rağmen tavırlarını nasıl açıklayacağız?
Bize göre bunlar ekonomik savaşlardır ve ideolojiler zihinlere giydirilen deli gömlekleri olarak yapılanlara meşruiyet sağlamaktadır. Hâlbuki Türkiye bölgede en uzun parlamenter sistem arayışlarına (I ve II Meşrutiyet) sahip bir siyasi oluşumun üzerine kurulmuş bir devlet olarak “Sened-i ittifak” ile kabileciliğin farklı bir versiyonu olan Ayan sisteminin etkisini kıran bir geçmişe sahiptir. Bu deneyimiyle bölgede aşiret/mezhep kavgalarının dışında durarak reel politik oluşturmalıdır.
Mezhepçilik Bir Tuzaktır.
Ed-Din’in temel ilkeleri Hz. Adem’den itibaren farklı zaman ve mekanlarda farklı dillerde farklı ırkalara, kavimlere indirildi. Nebi ve Rasüller bunları hayata geçirmeye çalıştı. Temel ilkelerin hayata geçirilmesinde bir takım yol ve yöntemler takip edildi, bunlara göre gidilen yollar (mezhepler/tarikatlar) oluştu. Bir de bu uygulama yol ve yöntemlerinin riyaset ve din tacirliği için kullanılması vardır ki, bunun aygıtı da mezhepçiliktir.
Yakın zamanlara kadar enerji arz ve üretim merkezlerindeki savaşlar medeniyetler arası çatışma teziyle meşruiyeti sağlanıyordu. Artık buna gerek kalmadı çünkü Ortadoğu’da Medeniyet İçi Savaşı Şiilik ve Selefilik adıyla yapmaya başladılar.
İran, Suriye ve Lübnan merkezli bir Şii/Safevi hilali kurulduğu gerekçesiyle Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri selefilik adına, Sünnilik temsilcisi olarak hareket ettiklerini söylemektedir. Tarihsel temellendirilmesi İbn Hanbel ve 7. yy İbn Teymiye tarafından kurumsallaştırılan bu öğretinin yeni versiyonu Muhammed b. Abdulvehhab tarafından yapılmıştır.
Bu nedenle Vehhabilik de denir. Mevcut Suud yönetimin resmi/dini ideolojisidir. Bu öğreti yaygınlaşmaya başladığı andan itibaren kâfirlere ve dönmelere (ki bunların arasında Şiiler öne çıkıyordu) karşı cihat etmeyi ilk şart olarak görüyordu.
Günümüzde Suriye’de bu husus net olarak ortaya çıkmıştır. Şii-Selefi çatışması diğer bölgelere yayılacak gibi durmaktadır. Suriye, İran ve Hizbullah’ın açık desteğiyle Şii bloğu oluştururken, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’yi Vehhabi-Selefi öğretinin unsurları olarak nitelendiriyordu. Oysa Çin ve Rusya’nın Suriye’ye açık destek vermesi, kutuplaşmaların temelde dini değil de ekonomik-politik olduğunu göstermektedir.
Türkiye’nin Konumu
Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olarak İslam Dünyasında biricik özelliğe sahip olan Türkiye, daima mezhepler üstü bir tutum içindeyken Arap Baharı ile yanlış politikalar neticesinde bu vekalet savaşlarına taraftar olmaya başladı.
Hatırlarsanız Türkiye, Irak’taki yapılan zulüm ve kıyıma her zaman karşı çıktı ama ne zaman orada Sünnilere yönelik şiddet uygulanıyor deyince, önemli oranda güç kaybetmeye başladı. Çünkü Irak’taki Türkmenler içinde Şiilik oldukça yaygındır. İran’da önemli oranda Azeri/Türk var ve tamamı Şii’dir.
Buradaki Türkler ile nesep bağımız var, sebep bağımız ise farklı bir dini yoruma sahibiz, Suudi Arabistan ile nesep bağımızda yok, sebep bağımız ise oldukça farklıdır. Nitekim Suudi Arabistan Osmanlı’ya karşı direnişi Vahhabilik adıyla temellendiren ve bunu şu anda Yeni Selefilik olarak bütün dünyaya karşı sunan bir yapıdır.
Arap/Körfez ve Afganistan-Pakistan-Bangladeş merkezli cemaatler (Selefilik/Vehhabilik, Tebliğ cemaati, Hizbu’t-Tahrir) cemaatler bütün İslam dünyasını sardı. Bangladeş’in kendine hayrı yok, ama orada kurulan Tebliğ Cemaati müslüman halkların bütün köylerine kadar ulaştı. El-kaide denilen örgüt nasıl bir yapılanmaysa, 60 ülkede 18. Bin eleman ile etkinlik gösteriyormuş.
Teorik ve pratik uygulamalarıyla hepsi de sahih İslam’ın temsilci olduğunu söyleyerek, Müslümanları kendi öğretisine çağırıyorlar. Bu örgütler, artık iç Asya’da kardeş ve akraba topluluklar üzerinde de etkin olmaya başlamışlardır. Oysa Suudi Arabistan’nın itikadi yapısı ve bunun pratiğinin Türkiye’nin kültürel kodlarını oluşturan Hanefi/Maturidi yapı ve Yesevi kültüründen tamamen farklı bir paradigmadır.
Velhasıl daha net ifadeyle söyleyecek olursak; teolojik olarak da Şii-Sünni karşıtlığının temeli yoktur. Çünkü Suudi Arabistan Mısır’da Sunni İhvanü’l-Müslimin teşkilatına mensup olarak devlet başkanlığı görevine seçilen Mursi’nin bir askeri darbe ile yönetimden alınmasını destekledi. Mısır’daki Selefi Nur Partisi açıkça darbecileri destekledi. Halbuki Şii yapı karşısında Arap dünyasında en büyük güç olan Mısır’daki Sünni yapılanmanın devrilmesine katkı vermesinin izahı sadece ideolojiktir.
Bu nedenle özellikle Suriye ve Irak’da Türkmenlere yönelik politikalarda Sünni/Şii ayırımını üzerine kurulu ifadeler, bizi Şii/selefi çatışmada gücümüzü önemli oranda zayıflatıyor ve bizi tipik bir Ortadoğu ülkesi konumuna düşürüyor. Halbuki Peygamber efendimizin veda hutbesiyle dünya kamuoyuna ilan ettiği kabilecilik, ataerkil cahili sistem 1. Arap uyanışı dedikleri Osmanlı devletinden ayrılmalarıyla bölgeye yeniden hakim kılınmıştır.
Her biri bir aşiretten oluşan devletçikler ile İran arasındaki ekonomik merkezli savaş, din adına yapılınca dünya petrolünün önemli bir kesimini üreten Müslüman ülkelerin halkları sürekli fakirlik yaşamakta; kazanan ise daima iki farklı küresel taraf olmaktadır.
Oysa bize düşen “amaçları riyaset ve din tacirliği olanlardaki haset kiri ve düşünce ufuklarını kapayan karanlığın gerçeğin nurunu görmelerini engellediğinin idrakinde olmaktır. Din tacirliği yapmaktan uzak durmak öncelikli hedefimizdir, çünkü bir şeyin ticaretini yapan onu satar, sattığı ise artık kendisinin değildir.” (Kindi, “İlk Felsefe Üzerine” Kindi: Felsefi Risaleler. çev. Mahmut Kaya, iz Yay. İstanbul. t.y, s.4-5)