Günümüzde her ne kadar siyasî birliktelik arz etmese de, doğusu Çin sınırları içinde yer alan Doğu Türkistan bölgesinden başlayıp, çoğunluğu Rusya sınırları içinde kalan ve batı hududu Balkanlara kadar uzanan, kuzey sınırları Sibirya steplerinden başlayıp, güney hudutları Hindistan’ın kuzey uçlarına kadar uzanan bir Türk Dünyası bulunmaktadır. Asya kıtası içinde yer alan bu coğrafyanın tarihteki adı Türkistan’dır. Bu bölgede yaşayan insanların, kendilerini bazı alt isimlerle kendilerini tanımlasalar da, ortak isimleri Türk’tür. Bazı küçük istisnaları ile birlikte Türklerin dinleri, mezhepleri, dilleri, örf ve adetleri hemen hemen aynıdır. Üzerinde yaşadıkları coğrafyada Türkler, tarih boyunca birçok medeniyet kurmuşlar, sahip oldukları tarihî birikim ve tecrübe itibariyle de yeni medeniyetler kurmaya adaydırlar.
Müslüman oldukları tarihten itibaren Türkler, İslam kültürüne önemli katkılarda bulunmuşlardır. Müslüman olmadan önce sahip oldukları millî değerlerini, Müslüman olduktan sonra benimsemiş oldukları din anlayışlarına yansıtmışlardır. Bu din anlayışı; akıl, mantık, cesaret, şecaat, medenilik, insanî değerler ve ahlakın önemsendiği bir niteliğe sahiptir. Örneklerini, Türklerin Müslüman olduktan sonra kurulup bin yıla yakın bir süre İslam Dünyasına önderlik ve hizmet eden Selçuklu, Osmanlı veya Timur İmparatorluğu gibi yapılarda görmek mümkündür. Bu değerlerin en iyi temsil edildiği İslam anlayışı, tarihte Mürcie, Hanefîlik ve Mâtürîdîlik gibi mezheplerde görülebilir. Tarihî süreçte bu mezhepler, mevâlî diye tanımlanan Arap olmayan kesimler içinde gelişmiştir. Bu kesimlerin en önde geleni şüphesiz Türklerdir.
Rus işgalinden sonra Türkistan bölgesinde egemen olan kültür, bu coğrafya insanlarını ateizm veya nihilizmin kucağına itmiştir. Yeni medeniyet arayışlarının egemen olduğu günümüz dünyasında, batı kültürünün egemen olduğu bölgelerde dahi insanlık adeta bir anlamsızlık krizi ile karşı karşıyadır. Buna karşılık İslam dünyası olarak tanımlanan coğrafya, dogmatizm veya geçmişe mahkumiyet şeklinde tezahür eden bir akıl tutulması yaşamaktadır. İşte tam da bu noktada Mâtürîdîlik bu krizin din ve dünya arasında dengeli bir anlayışın kurulmasına katkı sağlayacak nüveleri ve özü bünyesinde barındırması ile öne çıkmaktadır. Bu durum, geçmişte olduğu gibi, Türklerin İslam’ı yeniden yorumlama ve insanlığa alternatif bir medeniyet projesi sunmasına olanak sağlamaktadır. Türk Dünyası’nın avantajı, hem tarihî tecrübeye sahip oluşları hem de insanın yaratıcı yeteneklerine vurgu yapan bir dinî mirasa sahip oluşladır. Özellikle Mâtürîdîliğin sahip olduğu değerlere yeniden göz atacak olursak, insanın özgürlüğü, objektif ahlak anlayışı, reycilik geleneği, kültürel çoğulculuk, diyanet ve siyaset ayrımı gibi hususların öne çıktığını görürüz. Bütün bu değerler yeni bir medeniyet inşasında kendisinden en çok istifade edilecek ilkeler olarak karşımızda durmaktadır. Tebliğimizde, Türk Dünyası’nda yaşanan medeniyet arayışlarına, başta İmâm Mâtürîdî’nin görüşleri ekseninde olmak üzere, Mâtürîdîliğin olası katkılarına değinilecektir. Ayrıca günümüzde yaşanan sorunların çözümüne yardımcı olması bakımından bu mezhebin imkanlarının neler olup olamayacağı da incelenecektir.
Makalenin Tamamı için Tıklayınız