Melek Maksudoğlu
Kaynak: Kırım Haber Ajansı
Ezelden beri Ruslar, izlerimizi önce taşlardan silmeliydi ki insanları nasıl olsa ya yok edeceklerdi ya da tarihlerini unutturacaklardı. Sürgünlüklerde yahut çalışma kamplarında… Rusya, gerek Çarlık zamanında gerekirse Sovyet zamanında Kırım’daki Türk izlerini silmeye uğraştı, önce Türklerin itina ile muhafaza ettikleri eski Yunan eserlerini tahrip ettiler, sonra sırasıyla Kefe’de bulunan büyük camii, Karasubazar’daki 21 camii ve medresenin yıkılıp yok edilmesini bütün Kırım’da bulunan Kırım Tatar Türk eserleri takip etti.
1944’de Kırım’da tek bir Türk kalmamak üzere insanları çuval yükler gibi trene doldurarak bütün bir halkın sürgüne gönderilmesi, Kırım Tatar Türklerini yok etmek amacından başka bir şeyi gözetmiyordu. Sürgüne gönderilen halkımız geride şanlı bir tarihin zenginliğini bırakıyordu. Sadece camiiler, medreseler, mimari eserler değil, her evde bulunan ve Kırım Tatar kültürünü yansıtan ev düzeni, evlerde bulunan dedelerden torunlara kalan bakır ibrikler, ananelerden torunlara çeyiz kalan el işi sanat eserleri, nakışlar, bir çok ailede bulunan değerli el yazması kitaplar, katledilen aydınlarımızın gün yüzüne çıkmamış üzerinde çalıştıkları çeşitli eserler de Sovyetlerin Kırım Tatarlarını tarihten silme politikasından kurtulamamıştır. Necip Hablemitoğlu Kırım’da Türk Soykırımı isimli kitabında şöyle bahseder:
“Kırım Tatarlarının Rus Dostları imzalı belgede “Aradan geçen zaman içinde, Kırım’da eski sakinleri hatırlatacak ne varsa, hepsi yok ediliyor. Evler yıktırılmış, Türk mezarları sürülmüş, ölüler topraktan alınarak akıbetleri yaşayanlarınkine benzetilmiş. Kırım lehçesiyle yazılmış bütün eserler, tarihi vesikalar, klasik kitaplar, hepsi yakılmış, bağlar ve bahçeler bakımsız bırakılarak harap olmuş. Kırım tarihi, sahtekarlıkta usta olan düzme tarihçilere yeniden yazdırılmıştı.”
Hansaray’ımız ise Bolşeviklerle başlayan tahribatı Putin Rusya’sında tamamlamayı planlarken dünya ile birlikte bizler de izlemekteyiz. Aynen Afganistan’da iki büyük Buda heykelinin Taliban tarafından patlatılarak imha edildiğini izlediğimiz gibi, aynen Irak’ta Saddam’ın yakalanmasından sonra müzelerin ve kütüphanelerin, sarayların talan edildiğini izlediğimiz gibi, aynen doğal hayat belgesellerinde vahşi hayvanların avına saldırıp parçaladıklarını izlediğimiz gibi izlemekteyiz. Hansaray’ı 1912’de tasvir eden Grengros, sarayın en eski kısımlarında Türk tarzlarına rastlandığını kaydetmiştir. Ressam Ömer’in eserlerini araştıran Ginzburg ince sanat eseri dokumaların kaba bir şekilde tahrip edildiğini ve bunun büyük mimari sanat kompleksine yapılan saldırının çirkin bir örneği olduğunu belirtmiştir. Elmira Kurtseyitova’nın 1997 Emel dergisine yazdığı makalede şu satırları kaydetmiştir.
“Burada söz konusu olan Ömer’in 1763 yılında Han Camii’nde yaptığı süslemelerdir. Dış süslemeler sonraki sıvaların altına gömülmüş, ana avluya bakan duvara ise hiç de Ömer’inkine benzemeyen kaba ve sanattan anlamayan bir el tarafından, ne şekillere ne de tonlara uyan ve duvarın sathı itibarıyla, ölçeksizliğiyle doğrudan tüyler ürperten benekler kondurulmuştur. Ressam Ömer’in yaptığı orijinal süslemeler, Harkov’dan satın alınan boyalarla ve Nejin’den gelen duvar boyacılarının eliyle meydana getirilen bu tabakanın altında gizlenmektedir.”
Ne acı değil mi? Bugün ise Putin Rusya’sı daha kabasını, daha acımasızını bizim gözümüzün önünde bize meydan okuyarak yapıyor. UNESCO’nun herhangi bir eseri koruma altına alınmasının ilk şartlarından biri, korumaya alınacak olan eserin eşsiz olması, tarihi değeri olmasıdır. Putin’in Rusya’sı eski ne varsa yok ederek tahta kolonları sökerek yerine plastik takıp, duvar süslemelerini kazıyarak üzerine Kerç köprüsü kullanımından arta kalan zifti dökerek, dedelerimizin mezarlarını soyarak, talan eden haydutlarla beraber Türk-Rus kültür antlaşması yaparak Türk mirasını tamamen yok ediyor. Yani ne UNESCO’nun korumaya alacak bir tarihimiz, ne de Kırım’ın bizim olduğunu savunacak, gösterecek tapumuz kalıyor.
Soyguna, talana uğrayan sadece camiilerimiz, minarelerimiz, medreselerimiz mi? Mezar ve mezar taşlarımız da bu talandan nasibini almakta. Tarihi mezar taşlarımız, Kırım Tatarlarının sürgününden sonra imha edilmiş, taşlar yol yapımlarında, bazıları ise Rusların bahçelerinde bahçe duvarından ahır duvarlarına kadar inşa yapılan her yerde kırılarak kullanılmıştır. Özbekistan’dan sürgünlükten dönen bir ihtiyar anlatmıştı, Vatan Kırım’a geldiğinde eski evlerini bulmuş. Rusların yerleştirildiğini görmüş. Aynı mahallede oturan bir Rus, sürgünlükten dönen bu ihtiyarın babasının mezar taşını kırarak bahçesindeki tuvalet zemininde kullanmış. Dayak yiyen Rus, bizim Kırım Tatarından şikayette bulunarak, “düzgün mermeri başka nereden bulacaktım?” demiş.
Bu hatıra geçenlerde BBC’de izlediğim bir programı anımsattı bana. İngiliz bir gazeteci Berlin duvarı yıkıldığı esnada Berlin’de haber yapmaktaymış. Berlin duvarından düşen çakıl taşından biraz büyükçe bir taşı kaptığı gibi getirmiş İngiltere’ye, çerçeveletip duvarına asmış. Tanıdığım bir İngiliz akademisyen de 70’lerin sonunda İstanbul’a geldiğinde Bizans kalıntılarından bir tuğla alıp getirmiş Londra’ya. “Konstantinopolis’ten bir parça” diyor, Istanbul’un Türklerin olduğunu kabullenemeyen bir ıstırapla.
Çakıl taşına benzer bir duvar taşı ve bir tuğla bu derece önem taşırken, Rusların Kırım Türklerinin tarihi mirasları talan etmesinde bir sakınca görmüyoruz milletçe. Hatıralarda Cengiz Dağcı eserinden bir alıntı ile vicdanlarınızla başbaşa bırakıyorum.
“Bu yılın başlarında Kırım Tatar Milli Meclisi Türkiye Temsilcisi Zafer Karatay bir video gönderdi adresime: Kırım’a gidip Kırım’ın tarihi ve bugünkü durumu üzerine belgesel bir film hazırlamış TRT için. Büyük bir merakla seyrediyorum filmi. Belgeselin sonlarına doğru Kızıltaş’ın Gelinkayası alınmış filme. Dalmıştım, iyice işitemedim; “Cengiz Dağcı’nın Onlar Da Insandı romanında geçen bir tablo”, diyordu galiba belgeselin spikeri. Görünüme dalmıştım ya, Gelinkaya’yı tanıyamadım doğrusu. Benim çocukluğumun (sonralarda gençliğimin) Gelinkaya’sı küçülmüştü adeta. Yok, adeta değil, gerçekten küçülmüş göründü gözlerime. Küçülmez mi her şeyimizi silip süpürdüler: camilerimizi, hastanelerimizi, hanlarımızı ve çeşmelerimizi… Hiçbir şeyimizi bırakmadılar. Kızıltaş’ı Krasnokamensk’e dünüştürenler Gelinkaya’yı da pekala küçültebilirlerdi.”