“OKEY” GÜNEY MÜSLÜMANLIĞI TAMAMDIR “BE CAREFUL” KUZEY İSLAMI ATATÜRK GİBİ “İSYANCI”LAR ÇIKARABİLİR
İstiklal Marşımızın şairi rahmetli Mehmet Akif şöyle sesleniyor:
“İstedim fikrini açmak; dedim: Artık uyanın!
Memleket mahvoluyor, din de beraber gidiyor;
Sizce Kur’an, “BAKINIZ SADE UZAKTAN MI DİYOR?”
“14.ve 15.yüzyıllarda Doğu Ortodoks Hıristiyanlığına karşı gerçekleştirilen Türk fetihlerine Batı dünyasının sert cevabı, İslam dünyasına karşı gerçekleştirilen ve feci şekilde başarısızlıkla sonuçlanan Haçlı Seferlerine yeni bir cephe açmak değil, okyanusu fethederek İslam dünyasını daire içinde kuşatmaktı Gerçekten Batı dünyası okyanusu fetih sayesinde, 16.yüzyılın sonundan önce Müslümanların boynuna bir kement atmaya muvaffak olmuştur; fakat 19.asra kadar bu kemendi sıkmaya cesaret edemediler. Müslümanların geçmişteki askeri gücü hakkında her iki taraf da devam eden hatıralar Batılıları tedbirli, Müslümanları ise kendine güvenli yapmıştır. Müslümanların kendilerine güvenlerini yavaş yavaş kıran tecrübe, Türklerin ve diğer Müslüman kuvvetlerin, Batı silahları ve modern Batı tipi savaşın temel unsurları olan teknoloji ve bilgi ile donanmış düşmanlar tarafından tekrar tekrar mağlubiyete uğratılması olmuştur.” (Arnold J. Toynbee, Dünya, Batı ve İslam, s.26, Pınar Yayınları, İstanbul 2002-Orijinal Basım “The West and the World, London 1952)
Meşhur İngiliz tarih ve siyaset bilimci Arnold J. Toynbee (1889-1970) “Güney Müslümanlığı” olarak tanımladığı Suudi Arabistan-Kahire eksenindeki Müslümanlığın Batı Medeniyeti için bir tehlike olmaktan çıktığına dikkat çektikten sonra “Kuzey Müslümanlığı” olarak tanımladığı Buhara-Semerkand-İstanbul eksenindeki İslam anlayışının hala Batı için tehdit oluşturduğuna dikkat çekiyor. Toynbee, Kuzey Müslümanlığının mutlaka “kontrol” altına alınması gerektiğine vurgu yapıyor (Türkiye’de ve Yunanistan’da Batı meselesi, 1922).
“Kuzey Müslümanlığı” esas olarak Türk coğrafyasını kapsamaktadır. Buna biz Türk Müslümanlığı da diyebiliriz.
Güney Müslümanlığının belli başlı karakteristiklerini şöyle sıralayabiliriz:
a- Selefiye, Mutezile ve Eşariyye adıyla anılan itikadi (akaide) İslam mezheplerine/akımlarına dayalı metotları benimsemişlerdir. Vahabilik, Müslüman Kardeşler, Taliban, El Kaide ve Hamas günümüzde bu itikadi mezhepleri kabul eden tanınmış radikal İslam anlayışının temsilcileridir.
b- Güney İslam coğrafyasındaki Müslümanlar uzun yıllar Batılı emperyal güçlerin esareti altında yaşamışlardır.
c- “Güney İslam” anlayışının hâkim olduğu toplumlarda sevgili Peygamberimize bir kanaldan “KAN BAĞI” illiyetine dayanan “seyid”lik büyük önem arz eder. Şeyhlik makamına dayalı İslami fetva ve yorumlar/tefsirler alabildiğince yaygındır.
Hâlbuki Peygamberimizin amcası Ebu Talib gibi biridir. Peygamberimiz amcası ve hamisi Ebu Talib’e ölüm döşeğinde: “Amca! Kelime-i şehadet getir, Allah yanında senin lehine bir delil olur” demesine rağmen o bunu reddetmiştir.
İslam âlimlerine göre bu hususla ilgili olarak şu iki ayet nazil olmuştur:
“Ey Muhammed! Sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin ama Allah dilediğini doğru yola eriştirir.” (Kasas/ 56)
“Müşriklere mağfiret dilenemez. Yakın akrabaları dahi olsa, Peygamberin ve inananların ortak koşanların affedilmelerini istemeleri uygun değildir.” (Tevbe/113)
Maalesef “Güney Müslümanlığı”nın temel karakteristiklerinden biri de: “”Şüphesiz mescitler Allah’ındır, öyleyse oralarda Allah’a yalvarırken başkasını katmayan (Cin /18) ayeti görmezlikten gelinerek, “insanların bir şeyhe bağlanmadan hakikate erişemeyeceği” iddiası gibi asılsız, dayanaksız ve küfre götüren iddialarla İslam’a biat/israiliyat sokulmaktadır. Hâlbuki Allah’tan başka hidayet verici aramak, Kur’an’dan başka mürşit peşine düşmek doğru değildir. Maalesef Eşari/Selefi kaynaklı böyle bir Müslümanlık anlayışı, özellikle 1970’li yıllardan itibaren Türkiye’de de taraftar bulmuştur. “Ilımlı İslam”, “İbrahimi dinler”, “İsevi Müslümanlık” ve “dinler veya medeniyetlerarası diyalog” bu yolda kullanılan “Kuzey Müslümanlığını” zaptu rapt altına almaya yönelik siyasi operasyonlardır.
Mezhep, bir dinin alt kimliğidir. İnançla ilgili olanlarına itikadi mezhep, ibadet ve uygulamalarla ilgili, yani şeriatla ilgili, ameli uygulama olanlarına fıkhi mezhepler adı verilir.
Mezheplerin ölçüleri ve kaynakları yazılı dini metinler ve akıldır.
Tarikatların gayesi ve esası “insan ruhunun terbiye ve irşad ile harici âlemden ahlakın (ilişkilerin) kesilmesi bâtın âlemiyle ilişkinin teminidir.” (M. Zeki Pekalın, Osmanlı Tarih Terimleri ve Terimler Sözlüğü, III, s.403)
Tarikatların bilgi kaynakları keşf, ilham, müşahede ve sezgidir. Başlangıçta aşk ile Allah’a yaklaşma gayreti görünümündeki tasavvuf akımı, sonraları farklı kılıflara sokulmuş, adeta alternatif bir din haline getirilmek istendiği görülmüştür. Sonraları kurumlaşarak tarikatlaşmışlar, herkesin bir şeyhe bağlanması gerektiği şartını getirmişler, “yaratılmışların varlığını, yaratıcının yansımasından başka bir şey değildir” gibi tehlikeli, Kabalist çizgiye sürüklenmişlerdir.
Büyük Türk-İslam âlimi Maturidi’ye göre, “keşf ve ilham bilgi vasıtası olmaktan uzaktır” (Kitab üt Tevhid Tercümesi, 9). “Maturidi’ye göre ilham ve sezgi (kalbe doğma) doğruluğu herkesçe kabul edilebilecek bir bilgi sağlamaz. Onların sağladığı bilgi, kişisel ve rölatiftir. Onun için herkes kendisinin doğru olduğunu ve kendisinin hakikati bildiğini iddia eder. Hâlbuki doğruluklarını gösterecek delilleri yoktur ” (Hanifi Özcan, Maturidi’de Bilgi Problemi, s.128-131)
Maturidi’ye göre “keşf ve ilham”a dayalı bilgi vasıtalarını telakkiye esas kabul etmek birbirine karşı en az iki ve hakikatte çok sayıda ayrı gruptan her birinin farklı görüşünü ortaya koymaktadır. Ama ironik bir şekilde her birinin öbüründen farklı bir delili de yoktur. “Bu husus, TOPLUMLARI YOK OLUŞA SÜRÜKLEYEN AYRILIK VE ZITLAŞMAYI BERTARAF EDEMEYEN BİR KARGAŞA TÜRÜDÜR.” (Maturidi, Kitab üt Tevhid, s.9, Çev. B. Topaloğlu, Ankara 2002)
Şunu da hemen belirtelim. Müslüman Türk dindarlığının başlangıçtaki en önemli karakteristiklerinden biri tasavvufi Müslümanlıktır. Hoca Ahmet Yesevi (1103-1165) sonrasındaki “Yesevilik”, kadın-erkek ayırımı yapmayan bütün insanları kucaklayan tasavvufi bir akım ve tarikattır. Daha sonra ortaya çıkan Hacı Bektaş Veli (1209-1271) ve Şahı Nakşibendî (1318-1389) hareketi de Yesevilikten doğmuştur. Ancak günümüzdeki Nakşibendîlik hareketinin/tarikatının pek çok kolu mevcut olup, pek azı Şahı Nakşibendî Hazretleri’nin orijinal Türk-İslam formundadır. Hacı Bektaşı Veli Hazretleri’nin bugünkü takipçileri -kendisi Sünni Müslüman olmasına rağmen- Alevi Müslümanlardır.
Endülüs ve Osmanlı Türkiye’si ve hatta bugün Cumhuriyet Türkiye’sinde görüldüğü üzere Müslüman toplumların bunalım dönemlerinde hayata bağlanmayı, kendini dinleme (içe bakış) dünya nimetlerine düşkün olmama, daha çok ibadet etme, veli diye birine bağlanma, uzlete çekilme siyasi hesaplar, ekonomik hesaplar olarak özetleyebileceğimiz “bu psikolojik yönlenme ve bağlanmanın dini (kelami) ve ilmi yönden yanlışları olabilmiştir. Tasavvufu ve tarikatçılığı günümüzde siyaset aracı, kazanç ve itibar aracı, hatta behimi (hayvani) arzuları tatmin aracı olarak kullananlar görülmektedir. (Dr. Ahmet Vehbi Ecer, Büyük Türk Âlimi Maturidi, s. 134, Yesevi Yayıncılık, Şubat 2007, İstanbul)
İslam dünyasında ehlisünnet denilen belli başlı dört itikadi mezhepten bahsedebiliriz: Selefiye, Mutezile, Eşariye ve Maturidilik.
Günümüzde ise
a) Maturidilik (genel olarak Türk dünyası)
b) Selefi/Eşari (genel olarak Arap dünyası)
c) Şia (İran ve diğer Şii Müslümanlar) olmak üzere üç ana itikadi mezhepten bahsetmek mümkündür.
İsmail Hakkı İzmirli’nin “Yeni İlmi Kelam” (İstanbul 1339-I) adlı eserini sadeleştiren Dr. Ahmet Vehbi Ecer’e göre Maturidilik ile Eşarilik/Eşariyye arasında 15 hususta ayrılık/farklılık söz konusudur. Bazı din âlimleri farklılıkları 6,12 ve 73 olarak zikretmektedir.
Farklılığın en belirgini “aklı kullanma” ve “insan iradesi” hususunda.
Maturidi’ye göre “akıl insana verilmiş ilahi bir emanettir. İnsan kendi varlığının üstünlüğünü akıl sayesinde anlar. İnsanın kusur işlemesi aklını kullanmayı terk etmesi sebebiyledir. Allah’ın emirleri akıllıya hitap eder. Aklı olmayan kişiler ilahi emirlerin dışında kalır. (Maturidi, Kitab üt Tevhid, 171-174)
Maturidi’nin Kitab üt Tevhid’inde zikrettiğine göre insan; a) fizyolojik bir yapı b) akla sahip kılınarak yaratılmıştır.
Nitekim Kur’an’da “Siz aklınıza danışmaz mısınız?” mealinde 60 ayet yer almaktadır.
Günümüzde Selefi/Eşari çizgisini; Kur’an, hadis ve nakil şeklinde özetleyebiliriz. Buna karşılık Maturidilik; Kur’an, hadis, akıl ve nakil şeklinde özetleyebiliriz. Devamını Okumak İçin Tıklayınız.