İslamın Akla Verdiği Önem-Prof. Dr. Hasan ONAT

İslamın Akla Verdiği Önem – Prof. Dr. Hasan ONAT

MATURİDİ YESEVİ OTAĞI 

19 MAYIS 2013 – İLK KONFERANS 

İSLAM’IN AKILCI YORUMU MATURİDİLİK KONFERANSI 

PROF. DR. HASAN ONAT 

Bugün hepinizi saygı ve sevgi ile selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.  

Öncelikle beni heyecanlandıran bir hususu, sizlerle paylaşmakta fayda mülahaza ediyorum. Safranbolu’da bir Maturidi-Yesevi Otağı’nın kurulması doğrusunu isterseniz beni son zamanlarda en çok heyecanlandıran haberlerden birisiydi. Dostlar bir gün Ankara’ya geldiler dediler ki Hocam biz böyle bir iş yaptık. Ben şaşırdım, heyecanlandım doğrusunu isterseniz. Çünkü gerçekten de İslam düşünce tarihine baktığınızda çok büyük büyük kafalar var ama bir ilahiyatçı olarak, insanlık tarihinde dönüm noktalarını işaret eden büyük âlimlerin listesini yapsanız en üst sıraya kimi yerleştirirsiniz diye bana sorarsanız; çok açık söyleyeyim size hiç tereddütsüz “İmam Maturidi” derim. Pek çoğunuzun kafasında zaten vardır; “amelde mezhebim Hanefilik imamım İmam-ı A’zam Ebu Hanife, itikatta mezhebim ehl-i-sünnet ve’l cemaat, imamım İmam Maturidi“ ama kim bu İmam Maturidi? Unuttuk yıllar var ki hiç aklımızdan geçmiyor. Bir adını biliyoruz ama kim bu İmam Maturidi dediğimizde hiç kimse bir şey bilmiyordu. Bende bu gerçeği bir mezhepler tarihi hocası olarak fark ettim ve yanımızda yetişen asistan arkadaşları ve diğer arkadaşları bu alanda birtakım çalışmalara yönlendirdik. Daha sonra rahmetli Gündüz Aktan bunu kamuoyu gündemine taşıdı. İşte bugün ilginç bir gelişme ile karşı karşıyayız. Burada Maturidi-Yesevi Otağı açılmış. İnşallah güzel sonuçlar olur öyle ümit ediyorum ki bu Anadolu’nun pek çok yerinde dalga dalga daha da güzel sonuçlara yol açacak.  

Bugün konuşmamıza İmam Maturidi ile giriş yaptık ve yine Maturidi ile bitireceğiz.   

Derdimiz biraz akıldan, dinden ve bilimden söz etmek.  

Maturididen başladık dedik; Maturidi’nin bir sözünü hatırlatarak konuya gireceğim. Sonunda aynı sözle bitirmeye çalışacağım. İmam Maturidi diyor ki, “Eğer Allah vahiy göndermemiş olsaydı bile insan aklıyla Allah’ı bulabilirdi.” Doğrusunu isterseniz ben bunu ilk okuduğumda biraz şaşırdım. Çok merak ettim acaba bu sonuca nasıl ulaşmış.  

İşte serüven burada başlıyor… 

 Yani, öyle bir toplum içerisindeyiz ki Türkiye’de üzülerek belirteyim bilginin itibarsızlaştırıldığı, aklın itibarsızlaştırıldığı bir süreçten geçiyoruz. Bilgi dediğin ne ki diyor insanlar, İslam bilinmez yaşanır. Ben bu cümleyi duyduğumda şaşırdım. Ya bir Müslüman insan acaba nasıl böyle bir cümle kurabilir? İslam bilinmez yaşanır. Bilmediğiniz şeyi nasıl yaşayacaksınız ki, bildiğiniz kadar yaşarsınız. Yani Kur’an gibi bir kitabımız var bizim “İkra” diye başlayan bir kitabımız var ve aklı olmayanın dini yoktur diyen bir peygamberimiz var. Bizim Müslüman, Kur’an’a rağmen Kur’an’ın هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ  يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ (Zümer 39/9). demesine rağmen “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?” demesine rağmen bazı Müslümanlar kalkıyor diyor ki yani bir de tutmuş bazı ilahiyatçılar İslam’ı bilmekten söz ediyor diyorlar. İslam bilinmez yaşanır. Düşündüm, Resulullah böyle bir kafayla karşı karşıya kalsa nasıl davranırdı acaba ne kadar üzülürdü biliyor musunuz? Çünkü düşünün on dört asır önce benim peygamberim Bedir Savaşı sonrası esirlere Müslümanlara okuma-yazma öğretmeleri karşılığında özgürlük bahşeden bir peygamberdi. Üzgünüm ama bugün Müslümanlar maalesef okuma özürlü oysa Kur’an “oku” derken Müslüman insan okuma özürlü olmak yerine meseleyi daha farklı değerlendirebilmeliydi.  

Bir yerlerde ciddi yanlışlarımız var.  

Nerede yanlışlarımız var? 

Konuyu çok derli toplu götürmeye çalışacağım. Önce bir ufuk turu yapalım. Yeryüzünde bir buçuk milyar Müslüman yaşıyor. Görüyoruz sayı belki daha da fazlalaştı. Çok açık konuşalım, bizler Müslümanlar olarak halimizden memnun muyuz? Soruyu o zaman şöyle soralım. Bir buçuk milyar Müslümanın yaşadığı kader midir? Ne dersiniz. Bir buçuk milyar Müslüman yaşıyor. Nerede Müslüman varsa orada kan var gözyaşı var. Orada insan hakları ihlalleri var orada zulüm var. Müslümanın Müslümana yaptığı zulmü korkarım ama kâfirler yapmıyor. İşte burnumuzun dibinde Suriye’de oluk oluk kan akıyor. Yaşanan ne biliyor musunuz? Mezhep çatışması… Evet mezhep çatışması. Bir adım daha ileri gidelim eğer böyle devam ederse Allah korusun Türkiye ile İran karşı karşıya gelirse daha büyük bir mezhep çatışması ortaya çıkacak. Umarım korktuğumuz gibi olmaz. Ama İslam dünyası adeta ısrarla mezhep çatışmasına zorlanıyor ve oluk oluk kan akıyor. Eğer birtakım Müslüman insanlar, Şii oldukları için Sünniler tarafından, Sünni oldukları için Şiiler tarafından öldürülüyorsa o zaman ben şu soruyu sorarım:  

Ya sizin dininizde bir problem vardır, ya da siz de bir problem var. 

Buyurun! Tercihi siz yapın.  

Evet, acı bir soru ama tablo gayet açık. Ya sizin dininizde bir problem var ya da siz de bir problem var. Dinde bir problem olur mu? İslam son din en mükemmel din. İslam akıl dini, İslam fıtrat dini…  

Ama tabii siz, Kur’an ısrarla oku derken Kur’an okumaktan vazgeçerseniz, Kur’an’ı devre dışı bırakırsanız, Kur’an’ı sadece sevap kazanmak için okur anlamazsanız, Kur’an’ın uyarılarını unutursunuz. Kur’an size diyor ki وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا (Ali İmra 3/103). Hepiniz birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın وَلاَ تَفَرَّقُو (Ali İmra 3/103). Ayrılmayın. Ne olur ayrılırsanız? Gücünüz gider, devletiniz kaybolur. Uyarıyor Kur’an; size diyor ki, daha önceki topluluklar gibi parça parça olmayın fırka fırka olmayın كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ (Rum 30/32). Her dizi her toplumun kendi sahip olduğu ile öğünür. Sadece kendisine doğru kabul eder. Sadece kendisini Müslüman kabul eder. Değerli dostlar bu çok acı bir durum biliyor musunuz? Evet, gerçekten de bu din anlayışı şu anda üzgünüm insanları birleştirmiyor. Mevcut din anlayışı insanları parça parça etmeye başladı. Çok net bir cümle, Müslümanlar akıldan uzaklaştıkça, Müslümanlar Kur’an’dan uzaklaştıkça parçalanırlar.  

Bu söylediğimi Kur’ani temelini hatırlatayım size Yunus Suresinin 100. ayeti lütfen gidin bakın, diyor ki Yüce Allah “Aklını kullanmayanlar pislik içinde kalır, Onların üstüne pislik yağar.”  Bir buçuk milyar Müslüman’ın niye bu denli perişan olduğunu anlamak gibi bir niyetiniz varsa lütfen bu ayeti defalarca okuyun. Tekrar ediyorum. “Aklını kullanmayanların üstüne pislik yağar. Onlar pislik içinde kalıp debelenip dururlar.”  Hadise bu işte diğer taraftan bir başka ayeti hatırlatayım. Sorduğum soruyu unutmadım.  

Dedim ki; 

Bir buçuk milyar Müslüman içinde bulunduğu perişan vaziyet, yaşadıkları olumsuzluklar kader mi? 

Kader diyecekseniz o zaman Allah’ın haşa zalim olması gerekiyor. Onu düşünemeyiz, O zaman Kur’an’ın yine bize bir uyarısı çıkacak. “Başınıza gelen her türlü olumsuzluk, musibetler, belalar sizin ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” Sizin tercihleriniz yüzündendir. Sizin aklınızı kullanmamanız yüzündendir. Son derece açık, karmaşık bir şey söylemiyorum. Söylediklerimin başka türlü yorumlanması da mümkün değil, son derece net konuşmaya çalışıyorum. Ya şöyle kem küm de etmiyorum görüyorsunuz. Ayetler son derece ortada ayetleri merak edenler gidip ayetin meallerine bakabilirler. İki ayete dikkat çektim: “Aklını kullanmayanlar pislik içinde kalır.”, diğeri “Başınıza gelen olumsuzluklar, musibetler sizin tercihlerinizin sonucudur. Ellerinizle işlediklerinizin sonucudur.”  O zaman tablo açık. Yani Müslümanlar bu hale durup dururken gelmedi.  

O zaman şu soruyu soracağız. Niye bu hale geldik?  

İşte Maturidi tam da buralarda bize ışık tutmaya başlıyor.  

Onun için niye bu hale geldik sorusunu çok net sormalıyız. Şimdi biraz interaktif yürümeye çalışacağım bu soruları peş peşe soracağım. Derdimiz ne? Birlikte düşünelim istiyorum yani benim burada varoluşumun gerekçesi ben söyleyeyim, siz dinleyin değil, birlikte düşünelim. Ancak o zaman sinerji yaratabiliriz. Ancak o zaman yanlışlıkların kader olmadığını derinlemesine anlayabiliriz. Daha ötesi çıkış yolunu hep birlikte düşünürüz, senin benim tek düşünmem artık bir anlam ifade etmiyor. Doğru düşünmemiz gerekiyor. Evet, işte tam da kritik nokta burası. Din, akıl, bilim işte bunun için gerekli. Biraz sonra düşünme ile alakalı, doğru düşünme dediğimiz şey hakkında Kur’an’ın meseleye nasıl baktığını anlatacağım size, Resulullah’ın hayatından örnekler vereceğim ondan sonra çıkış yollarını birlikte konuşacağız. Birlikte düşüneceğiz. Derdimiz bu.  

Bu çerçeve içerisinde şimdi Kuran’dan başlayalım işe, bakalım Kur’an ne diyor. “İkra” diye başladığından söz ettim. Alak suresinin ilk ayetleri “İkra” dedik okunun üzerinde düşünüyoruz.  

(1) اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ (2)خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ  (3) اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ (4) الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ (Alak 96/1-4). Buradan ne çıktı biliyor musunuz? İslam’ın kökleri çıktı ortaya. Oku, okumanın,  ne okuyacak Hazreti Peygamber. Oku, elinde bir metin yok, hiçbir şey yok, ne demek oku?  Buradaki oku ne? Neyi okuyacağız? Buradaki oku; aslında varoluşsal bir gerçekliği işaret ediyor.  

İnsansanız, aklınızı maksimum düzeyde kullanmak mecburiyetindesiniz. Bu Müslüman olmanın size yüklediği en büyük sorumluluk.  

Daha sonra kaleme dikkat çekiliyor. Sadece düşünmek yetmez o bilginin kayıt altına alınması gerekiyor. Daha ilk inen ayetler ile birlikte farkındaysanız, düşünmek, anlamak düşündüğünüzü kayıt altına almak, doğrulamak ve Allah-İnsan-İlim üçlüsü ortaya çıkıyor ve Kuran’ın hemen akabinde daha pek çok ayetleri var bilime yönelik az önce zikrettiğim bir ayet vardı. هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ  وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ (Zümer 39/9). Buna bir ayeti daha ekleyelim. إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء (Fatır 35/28). Allah’tan haşyet duyanlar ancak âlimlerdir. Tersinden okuyalım, eğer gerçekten Allah’a saygı duymak, gerçekten Allah’ın istediği gibi bir insan olmak gibi bir niyetiniz varsa ilminiz arttıkça imanınız artar. İlminiz arttıkça Allah’ın istediği gibi bir insan olma imkânınız artar. İnsanlık tarihine Kur’an’ın üç önemli noktada çok ciddi katkısı vardır, daha pek çok katkıları vardır ama konumuz bağlamında söylüyorum bunu. Birinci, katkısı bilgi Kur’an’la birlikte değer haline gelmiştir. Size Kur’an’ın ısrarla bu noktadaki üç ayetini hatırlatacağım. Birinci olarak, “bilmiyorsanız bilenlere sorun” diye hemen bilgiyi, bilen insanı adres olarak gösterildiğini görüyoruz. İki önemli nokta daha var burada.

Bu da devasa bir nokta, diyor ki Kur’an “her bilenin üstünde bir bilen” vardır.

Eski âlimler kitaplarının son cümlelerini ‘Allahu alem bissavab’ diye bitirirlerdi. Aslında bugünkü görecelik dediğimiz şey de tam da budur biliyor musunuz? Bilimde görecelilik, yani bildikçe bilginiz artar ama ben biliyorum havasına kapıldığınızda hiçbir şey bilemezsiniz. Hiçbir şey çıkmaz oradan. Başka daha pek çok ayetler var bu doğrultuda, bilgiyi öne çıkartan, bilimi öne çıkartan ve ‘İkra’ ile başladık ve sizlere diğer ayetleri hatırlattım. Bilgi ile alakalı sadece bilginin değer olması. Size Kur’an’ın insanlığa çok ciddi ikinci katkısından söz edeceğim. Bakın önce bilgi, bunu biraz açacağım. Bilginin anlamı ne? Eğer bilgi bu denli önemliyse, o zaman iman-bilgi ilişkisini birazcık sorgulayalım. Kur’an’a göre Müslüman insan önce bilir sonra inanır. Yani bilmediğiniz şeye inanamazsınız. Burada biraz düşünelim mi? Acaba bizim imanımız nasıl bir iman? Bilgi temelli bir iman mı, yoksa atadan, dededen duyduklarımıza mı inanıyoruz. Miras kalan Taklidi bir iman mı? Tehlikeyi fark ettiniz mi? Kur’an ne diyor? Biliyor musunuz? “İmanınız size ne kötü şey emrediyor.” Yani bilgi temelli olmayan iman insanı felakete sürükler. Şimdi hemen bununla alakalı bir ayeti hatırlatayım وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ (İsra 17/36). 

“Bilmediğin şeyin ardına gitme.”  

Buyurun size evrensel ölçekte bir ilke.  

İnanacaksanız önce bileceksiniz, daha sonra evrensel ölçekte transandantal alan diyoruz biz ona aşkın alanı da kuşatmak üzere imanınız gerçekleşecek. Bilmediğiniz şeye inanamazsınız. Bilgi boyutunda yanlış varsa sürekli düzelteceksiniz, işte bakın iman ancak böyle ortaya çıkar. Başka, Kur’an bilmediğin şeye inanmayın derken, bakın şimdi bu noktada tam da bilime, imana açılan kapılar da görelim. Kur’an diyor ki, zanla hareket etmeyin zandan kaçının. Daha başka daha ilerisi var. Hayatın tüm alanlarında geçerli hangi konuda konuşursanız konuşun elinizde belge var mı diye soruyor. Mesela Kur’an Allah’ın varlığı hakkında tartışanları eleştiriyor. Tartıştıklarından dolayı değil. Neden dolayı eleştiriyor biliyor musunuz? Onların ellerinde bir belge mi var diyor. Yani konuşacaksanız elinizde belgeniz olmalı. Tam da burada tabii ki Hz. İbrahim aklımıza gelecek. Benim Kur’an’ın en sevdiğim kıssalarından birisi, Hz. İbrahim ile ilgili olan muazzam bir kıssa. Şimdi söylediğimde hatırlayacaksınız. Bir yandan estetik boyutu çok yüksek, mizah boyutu çok yüksek bir kıssa. Diğer taraftan o kadar düşündürücü ki ama o kıssaya geçmeden konumuzla alakalı sadece bir şey hatırlatayım. Hz. İbrahim’le yüce yaratıcı arasında geçen bir diyalog vardır. Diyor ki Hazreti İbrahim, “Ey Rabbim ölüleri nasıl diriltiyorsun bana göster. Ben görmek istiyorum.” Cenabı-ı Hak soruyor, bana inanmıyor musun? İnanıyorum ama mutmain olmak istiyorum. Meseleyi Anladınız mı? Bilgi var ama bilginin zihinde en küçük bir şüpheye meydan bırakmayacak şekilde itminan dediğimiz çizgiye ulaşması gerekiyor. O Hz İbrahim ne yapar? Bir gün eline baltayı alır gider girer puthaneye…

Bakın bu kıssadan çıkacak çok hisse var.

Lütfen dikkatle dinleyiniz. Yani bildiğiniz bir bilgi ama benim özelliğim, bildiğiniz bilgilerle birlikte düşünelim istiyorum, derdim bu. Bu kıssayı biliyorsunuz, Hz. İbrahim alıyor yanına baltayı giriyor put haneye, bütün putları deviriyor, baltayı büyük putun omuzuna asıyor. Ertesi gün kavminin ileri gelenleri bakıyor bütün putlar devrilmiş. Kim yapar bunu diye soruyorlar. Akıllarına Hz. İbrahim geliyor, çağırıyorlar niye putlarımızı kırdın diye. Büyük put sağlam duruyor. Hazreti İbrahim diyor ki, mizahta ki yüksek düzeye bakın, Niye bana soruyorsunuz diyor. Balta kimdeyse o kırmış olamaz mı? İşte putlarınız ortada, hepsi kırılmış baltada büyük putun omzunda, ona sorun diyor. Muhtemelen o kırmış olmalı, buyurun diyor. Bakın olağanüstü güzel bir şey, ama çok ilginç biliyor musunuz? Bir an orada bir şimşek çakıyor insanların çoğunun kafasında, ‘bu putlar hiçbir işe yaramaz.’ İşte akıl bu, akıl- iman ilişkisi tam da burada ortaya çıkıyor. Doğru düşündüğünüz zaman akıl size doğruyu gösterir. Nasıl trafikte gidiyorsunuz bir anda hatalı sollama yaptınız. İçinizden gelen ilk ses nedir? Yaptığın iş yanlış sesidir. Ama hemen akabinde ne çıkar karşınıza 1-Ya ne oldu sanki işim aceleydi bir defada ben yanlış sollama yapayım. 2- Herkesin yaptığı bir iş ne var yani niye bu kadar büyütüyorsun. 3-Sanki hatalı sollama yaptık da bir kaza mı oldu. Bakın birincisi aklın sesidir. Buna vicdan diyebilirsiniz, sağduyu diye bilirsiniz ama bu aklın sesiydi. Ondan sonrakiler yapılan yanlışın meşrulaştırılma çabasıdır.

Hemen parantez içi hatırlatayım trafikle alakalı bir bilgi. 

Trafikte kural ihlali kul hakkıdır. 

Bu kadar Parantezi kapattım.

Dönüyorum Hz. İbrahim kıssasına.

Hz. İbrahim putları devirdi.

Büyük putla ilgili bakın o anda büyük putun sağlam kalması insanları putları sorgulamak zorunda bıraktı. Bu çok önemli bir hadiseydi. Akabinde Hz İbrahim’e ne dediler biliyor musunuz? Sen bizi atalarımızın dininden uzaklaştırmak mı istiyorsun. Niye böyle söyleme ihtiyacı hissettiler? Çünkü putperestlik o dönemin toplumunda ticari hayatı belirliyordu. Evet, putperestlik ticari hayatta çok önemliydi. Bunun yanında putperestlik sosyal statüleri belirliyordu. Putperestlik bir takım insanlar için rant meselesiydi. O yüzden Hz. İbrahim’e dediler ki “sen bizi atalarımızın dininden uzaklaştırmak istiyorsun.” Sonuç, Hz. İbrahim’i yakmaya kalkıştılar biliyorsunuz. Hz. İbrahim ne dedi biliyor musunuz? Peki, “atalarınız doğru yolda olmayan kimseler idiyseler, yine de onların yoluna devam mı edeceksiniz.” Aslında işte kritik sorulardan birisi bu. Bakın doğrudan imanla irtibatlı bir hadise. Yani biz atadan dededen gördük bunu böyle inanıyoruz. Peki, atadan dededen gördükleriniz ne kadar doğru. Bunun kriter ölçüsü nedir? Neye göre bileceğiz onun doğru olup olmadığını? Aklımıza göre bileceğiz. Akıl önyargılardan arınmış bir şekilde kullanılırsa her zaman insana doğruyu gösterir. Ama aklın yaptırım gücü yok ki. Akıl size diyor ki doğru budur ama siz yapmıyorsunuz. Aklın doğruları vahiy tarafından desteklenirse yaptırım gücü kazanır. O yüzden vahiy, akla destek için gelmiştir.  

İslam’ın olduğu yerde akıl ve vahiy asla çatışmaz ve birbirini tamamlar.  

O yüzden iman bu noktada gerçekten son derece önemli ve iman Kur’an’a dayalı, akla dayalı olursa Müslümanları bölmez, parçalamaz aksine bütünleştirir. Ama imanın bilgi boyutu eksik olursa, akıl devre dışı kalırsa, o zaman ‘ataların dini’ ortaya çıkar ve körü körüne inanırız. Peki, şimdi bu ataların dinini, o zihniyeti biraz çözümleyelim mi? Bakın şimdi Joker gibi kullanalım kavramı.  

“Sen bizi atalarımızın dininden uzaklaştırmak istiyorsun.” 

Şimdi değiştiriyorum cümleyi sen bizi laiklikten uzaklaştırmak istiyorsun. Mantığın işleyişini fark ettiniz mi? Aynen, sen bizi ehl-i sünnetten uzaklaştırmak istiyorsun. Bakın mantık aynı, sonuçlar aynı yere çıkıyor. Sen bizi Hanefilikten uzaklaştırmaya çalışıyorsun, sen bizi Atatürkçülükten uzaklaştırmaya çalışıyorsun. Yani aynı kafa, yani aslında dini bilmeyen dindar insan tipinin kafa yapısıyla, dini bilmeyen daha fazla laik, daha akıllı az dindar tipin kafa yapısı terazinin kefesine koyun hiç ağır olmaz. İkisi de ön yargılıdır, ikisi de çözümü geçmişte arar, ikisi de düşünmekten korkar, ikisi de tartışmaktan korkar. Sonuç, birbirini besler. O yüzden Kur’an diyor ki, “cahillerden yüz çevir.” Cahil ne demek biliyor musunuz? Okuma-yazma bilmeyen demek değil. Cahil, kim olursa olsun hakikati göremeyen, Kur’an’ın ifadesi ile kalbi mühürlenmiş insandır.

Müslümanın kalbi mühürlenir mi?

Eğer Müslüman aklını kiraya verdiyse, eğer Müslüman hakikati gördüğü anda sessiz kalıyorsa, kalp mühürlenmesi bir hastalıktır, o hastalığa Müslümanlar düçar olabilir. Allah korusun. Lütfen dikkatli olalım. Evet, öylesine tehlikeli bir hadise, o yüzden konunun akışı içerisinde Kur’an’ın meseleye bakışı. Hemen akışı kaybetmeyelim. İlimin, bilimin itibar kazanmasından söz ettik. Akılla ilgili gelgitler yaptık ve şu anda akılla alakalı Kur’an eksenli birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum. İsterseniz Hz. Peygamberin daha önce söylediğim uygulamasına bir iki örnek daha vereyim, ya da ilk önce Kur’an’dan teorik kısmını ortaya koyayım. Ondan sonra dönelim peygamberin uygulamasına. Şimdi dostlar Kur’an’da yaklaşık 300’e yakın yerde أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ , تَعْقِلُونَ , يَتَفَكَّرُونَ gibi kalıplar içerisinde hep şöyle bir vurgu vardır.

Düşünmez misiniz? Akletmez misiniz? İbret almaz mısınız?

300’e yakın yerde. 500 yerde düşünmek, akletmek vurgulanır. Çok açık bir şekilde Kur’an iki noktada insanları derin düşünmeye davet eder. Mesela der ki “Gök nasıl yaratılmıştır, direksiz nasıl duruyor. Düşünmez misiniz?” Ya da der ki أَفَلَا يَنظُرُونَ إِلَى الْإِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ (Gaşiye 88/17). “Deve nasıl yaratıldı bakmaz mısınız?” Bakın burada iki şey dikkatimizi çekiyor. Yani daha doğrusu Kur’an’ın başka ayetleriyle irtibatlandırarak söyleyelim, yaratılışın başlangıcı konusunda insanı düşünmeye davet ediyor. Yaratılışın başlangıcını düşünen insan elbette nereye ulaşacaktır, yaratılıştaki evrelerini görebilecektir. Deve nasıl yaratıldı? Bu sefer canlıların yaratılışını, canlılarla ilgili duruşu öne çıkartıyor. Bakın ilme yaptığı vurgu, ilimin, bilimin, bilginin değer olmasından söz ettik. 

Şimdi bilime kapı aralanıyor.  

Bilgi değerli olunca bu sefer Kur’an’ın ifadesi ile âlimlerin Allah’tan haşyet duymasına yol açacak o daha sistemli bilgiye kapı aralanıyor. Bilgi tek başına yetmez o bilginin değer üretiminde kullanılması lazım. Hayatın akışı içerisinde birtakım alanlarının açılması lazım Kur’an’ın bu noktada söylediği nedir? Casiye suresinde وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ (Casiye 45/13). Diye devam eden ayetler çok enteresan! Bu ayetlerde ortaya konulan şey şudur. “Göklerde ve yerde ne varsa insana boyun eğdirildi, ikisinin arasında olan şeylerde.” Ne demek bu, insanın madde üzerinde tasarruf imkânı vardır. Bunu biraz daha açalım. Şöyle bir örnek verirsem daha kolay anlayacağınızı düşünüyorum. Birlikte daha kolay düşünebileceğimizi düşünüyorum. Bugün bir genom projesinden söz ediliyor. İnsanın gen haritaları çıkartıldı. Birtakım genetik rahatsızlıklar, çocuk, anne karnındayken tedavi edilebiliyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Allah insana o kadar muazzam bir güç vermiş ki, insan Allah’ın kendisine verdiği aklı doğru kullanırsa, Kur’an’ın dikkat çektiği deney gözlem vb. konularla yaratılış yasalarını anlayabilirse, o zaman bu yasalar üzerinde insanın tasarruf imkânı vardır.

İşte bilim budur.

Örneğin, göz hastalıklarını öncelikle gözlük kullanılarak tedavi edilebiliyorduk ama şimdi tıp o kadar ilerledi ki genetikle gözün merceği değiştiriliyor kornea tabakası değiştiriliyor. İşte bakın bilimin geliştiği noktalar, yeni alanlar çıkıyor karşımıza. Biliyor musun insanlık tarihinde aslında bilimin bilgiyi değer haline getirerek, bilimin kurumsallaşmasının önündeki tüm engelleri kaldıran Kur’an’dır ve aklın önündeki tüm engelleri de ilk defa bütün engelleri de kaldıran Kur’an’dır. Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed diyor ki لا عِبَا دَ ةَ كَا لتَّفَكُّرِ (Kaynak) “Düşünmek gibi ibadet olmaz.”  Yine bu çerçevede Hz. Peygamber diyor ki “aklı olmayanın dini olmaz.” Şimdi bakın Hz. Peygamberin bununla alakalı yaptığı işleri şöyle bir gözümüzün önüne getirelim. Kuran’dan size daha çok örnek bulabilirim. Şu anda geldiğimiz nokta, bilgi-iman-bilim noktasındayız. Lütfen çizgiyi kaçırmayın. Bu noktada Hz. Peygamberin yapıp ettiği işler. Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra o bir kardeşleştirme olayı vardır. Onun akabinde Medine’de Mescidi Nebevinin etrafında,  orada birçok ciddi hareket başlar. Yani fiilen bir eğitim-öğretim faaliyeti orada başlatılır. Ashab-ı Suffa dediğimiz pek çok Müslüman orada Peygamberden ilim öğrenir. Bakın işte bu Kur’an’ın açılımı. Mesela size Kur’an’ın savaşla alakalı bir ayetini hatırlatayım. Diyor ki “hepiniz birlikte savaşa gitmeyin, bir kısmınız geride kalsın ilimle iştigal etsin.” Ne olacak? Çünkü İslam açısından savaş arızi bir durumdur, savaş ancak barış için yapılır ve şavaş Kur’an’la savaştır. Yani Cihat içtihat aynı kökten gelir. Kur’an cihat’ın Kuran’la yapılacağını söyler. Nitekim bir savaş dönüşü Hz. Peygamber der ki, küçük savaş bitti sıra büyük savaşta.

Büyük cihat nedir?

Büyük Cihat, Kur’an’ın anlaşılması faaliyetidir.

Nedir büyük cihat, insanın sıbgatullah denilen Allah’ın ahlakı ile ahlaklanma savaşıdır. Nedir büyük savaş insanın ilim öğrenmesidir. Kur’an’la cihat dediğimiz şey budur i̇şte. Diyor ki Kur’an hepiniz birden savaşa gitmeyin. Ne için? Savaşa gidenlerin psikolojisi bozulur, savaş arızi bir durum, geride kalanlar ilimle iştigal etsinler. İlim öğrensinler, hayatın akışı doğal yolla devam etsin. Onlar geriye döndüklerinde onları bir yandan tedavi etsinler, rehabilite etsinler. Diğer taraftan ilim süreklilik kazansın. Aslında Kur’an’ın bu işareti Ashab-ı Suffa ile birlikte fiiliyata resmen dönüşüyor. Hz. Peygamberin yaptığı işler bu. Peki bu bağlamda sahabenin duruşu ne? Bu söylediğim çerçeve içerisinde bir örneği zaten hatırlatmıştım. Bedir Savaşı Sonra esirlerin serbest bırakılması ile ilgili. Hz Peygamber her fırsatta insanları Kur’an’la yüz yüze getiriyor. Sahabede fırsat bulduğu anda Kur’an’ı öğrenmeye çalışıyor. Fakat lütfen dikkat buyurun.

Kur’an’ı öğrenme işi, anlayarak okuma işidir.

Siz sahabenin anlamaksızın Kur’an okumayı düşünebileceğini aklınızdan geçirebilir misiniz? Zaten Kur’an bunu istiyor, Kur’an’ın istediği bu ve bizim gibi toplumların bu noktada işte açmazı, anlamaksızın Kur’an okumayı ibadet telakki edip orada takılıp kalmamız. Kur’an’dan yararlanmak istiyorsanız, tamam anlamaksızın bir sayfayı okuduysanız yüzünden lütfen mealini açın bir sayfada mealinden okuyun. Anladığınız ölçüde Kur’an sizi terbiye eder, bu son derece önemlidir. Şimdi bakın Kur’an’ın terbiyesiyle terbiye olan sahabenin davranışı. Örnek olay üzerinden gideceğim ve bu aynı zamanda hem akla hem bilgiye hem de peygamber-sahabe ilişkisinde üst sınırlara işaret eder. Yine bir parantez içi uyarı lütfen dikkat buyurun. Beşeri münasebetler de en üst sınırı sahabenin peygambere karşı tavrı belirler. Bu cümleye itiraz eden var mı? Tekrar ediyorum beşeri münasebetler de en üst sınırı sahabenin peygambere karşı tavrı belirler. Bakın itiraz edecekseniz şimdi itiraz edin, bundan sonra itirazlarınız kabul görmez. İtiraz yok değil mi? Peki olmaması iyi, ama arkadan ne gelecek şimdi onu göreceğiz. 

Soru: Bütün sahabeler için mi? 

Cevap: Gayet tabi 

Soru: Hz. Peygambere düşman olan sahabeler vardı, Müslüman görünüp aynı toplumda birlikte yaşadıkları vardı. Onlarda mı? 

 Cevap: Hz. Peygambere düşman olan sahabe olamaz. Olanlar münafıklardır. Kur’an münafıklardan bahseder bizim bu bağlamda münafıklarla işimiz yok.  

Sahabe Kur’an’da övülmüştür ama lütfen şuna dikkat edelim Sahabenin her birisi Hz. Ebubekir, Hz. Ömer değildir.

Nitekim Hz. Ömer sadece Bedir’den önce Müslüman olanlar ve Bedir’den sonra Müslüman olanlar diye ayırır. Ama ben cümlemi tekrar edeceğim. Beşeri münasebetler de en üst sınırı sahabenin peygambere karşı tavrı belirler. Burayı kapattım burayı lütfen unutmayın. Örnek olay üzerinden şimdi derdimi anlatıyorum. Bakın biraz Peygamberimizi anladıkça insanın ona olan hayranlığı artıyor, onun aklına olan hayranlığı artıyor. Gerçekten de olağanüstü akıllı. Bugünkü modern tabiri kullanırsak üst seviyede Stratejist. Bu cümleyi niye kuruyorum basit bir örnek üzerinden Bedir Savaşı’na gelmeden önce bir başka örneği bu cümleyi temellendirmek için kullanayım. Biz hep hicret olayını nasıl algılarız. Allah Hz. peygambere hicret et dedi Peygamber’de çıktı hicret etti. Olay bu kadar kolay değil. Hicret konusunda elbette Cenabı Hakk’ın Peygambere yönelik emri belli ama Mekke’deki hayat yaşanılamaz hale geldi ve Hz. Peygamber Müslümanlara çıkış yolu aradı. Hatırlayın daha önce Habeşistan’a iki kez göç vardır. Müslümanlar Habeşistan’a niye gittiler. Çünkü orası daha güvenli ve nihayetinde Mekke’den Medine’ye hicret söz konusudur.

O kadar mükemmel bir plan yaparken Hz. Peygamber. Hz Ebubekir’i çağırır gel sen gitmiyorsun, sen benimle kalacaksın.

Hz. Ali’ye der ki acele etme sende bekle. Hz. Ebubekir’e bir uyarıda yine bulunur. Der ki çobanlarına söyle Mekke’nin güneyinde koyunlarını otlatsınlar. İşte. Strateji böyle bir şey! Sebebini size biraz sonra anlatacağım. Hz. Ali ve Hz. Ebubekir’e der ki aynı zamanda iki tane güvenilir adam bulun. Çöldeki ayak izlerini takip edecek, çöl ortamında yol bulabilecek insanlar olsun. Yani Hz. Peygamber ben Peygamberim ben nasıl olsa yolumu bulurum diye hareket etmiyor görüyorsunuz. Söylediğim örneklere dikkat edin. Nihayet bütün Müslümanlar bazıları Hz. Ömer gibi eğer hanımlarını dul, çoluk çocuğunu yetim bırakmak isteyen varsa, ben gidiyorum Mekke’ye diye böyle meydan okuyarak gidenler vardır. Gizli gizli gidenler vardır. Müslümanların çoğunun Medine’ye sağ salim ulaştığının haberini alınca Hz. Peygamber harekete geçer. Medine istikametine gitmez daha önceden hazırlıkları belirlenmiştir ve güneye doğru gider niye güneye doğru gidiyor çünkü hazreti peygamber düşünüyor onun Mekke’den ayrıldığını düşünen putperestler hemen Medine istikametine gidecekler. Nitekim öyle olmuştur. O çerçevede Hz. Ali’ye der ki sen benim yatağımda yatacaksın.

Bunun anlamı ne?

Çünkü koca koca sekiz katlı on katlı evler düşünmeyin. Tek böyle etrafı taşlarla kapatılmış, üzerine hurma dalları atılmış, pencereden baktın mı içi görünen evler yani böyle evler, şimdiki gibi düşünmeyin. Hz. Ali peygamberin yatağında yatıyor. İki sebebi var; birincisi, dışarıdan bakan adamlar peygamberin yattığını düşünsünler. İkincisi, Hz. Ali’ye diyor ki şu emanetleri ehline yerine ulaştırmadan sakın gelme. Çok enteresan değil mi, en zor koşullarda sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed kendisindeki emanetleri yerine ulaştırılmasını düşünüyor. Dostlar işte güven budur. Hz. Peygamber Mekke döneminde daha Müslüman olmadan daha İslam gelmeden bilinen lakabı neydi? ’el-Emin’ inanılır, güvenilir insan. Galiba niye kaybettiğimizi anlıyorsunuz değil mi? Şu anda Müslüman Müslümana güvenmiyor. Sebebi nedir? Ne Peygamberimizi doğru dürüst anlıyoruz ne Kur’an’ı doğru dürüst anlıyoruz ne birbirimizi biliyoruz. İşte sebebi bu! İşte Hz. Peygamber Aleyhisselamın yaptığı böyle bir şeydi ama benim derdim bunlar değil bunlar parantez içi bilgilerdi. 

Benim derdim Peygamberimizin o yüksek stratejisini size göstermektir.  

Ne yaptı? Görüyorsunuz ki önceden hazırlık yaptı. Hazırlıkta Hz. Aliyi yatağına yatırdı. Hz. Ebubekir ile yola çıktılar. Yanlarında delil diyebileceğimiz çölü iyi tanıyan insanlar vardı. Bakın peygamber olmasına rağmen bunu yaptı ve nitekim Hira mağarasında saklandılar. Hz. Ebubekir’in çobanlarının, koyunlarını, sürülerini niye Mekke’nin güneyinde otlattığını şimdi anladınız mı? Orada ne kadar kalacakları belli değil ve Mekkelilerin ne tarafta arama yaptıklarını dair haber lazım. Çünkü Peygamber’i öldürmek istiyorlar. Bütün bunları ne kadar detay hesapla hazırlık yaptığını gördünüz mü?  

Ama biz bu muhteşem Hicret projesini bir güvercinin kanadına, bir örümceğin ağına feda ettik.  

İşte sıkıntımız bu anladınız mı? Ama hep anlatılan bir güvercin geldi oraya yuva yaptı, örümcek oraya gitti, kahrolası örümcek yapmasaydı iyiydi işte. Benim peygamberimi gölgeledi. Kusura bakmayın. İşte strateji bu, buna rağmen insanlar takip meselesinde oraya kadar geldi. Bunları da biliyoruz ama stratejiyi de lütfen doğru okuyun. 

Buraya nereden geldim, Bedir’i kaybetmiyoruz Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret eder etmez mükemmel bir haberleşme ağı kuruyor. Mekkelilerin adeta aldıkları nefesten Peygamberin haberi var. Büyük bir ordunun Mekke’den harekete geçtiğinin haberini alıyor ve düşünüyor. Bedir kuyularının olduğu alanda düşmanı karşılamaya karar veriyor. Bir yere fiilen karargâh kuruluyor. O sırada savaş tecrübesi yüksek bir zat sahabeden Hz. Peygamberin yanına yaklaşıyor ve şu soruyu soruyor: 

“Ey Allah’ın elçisi burada karargâh kurulması konusunda vahiy mi var?”  

Evet, soru bu, Hz. Peygamber kızmıyor öfkelenmiyor, diyor ki “hayır ben böyle düşündüm.” Bunun üzerine niye vahiy mi var sorusu soruluyor. Lütfen dikkat buyurun. Gerekçesi ne, vahiy süreci devam ediyor. Yeni bir vahiy gelmiş olabilir, vahiy varsa sahabe diyor ki başım üstüne yeri var, ama sizin kanaatinizse bu, bu yanlış. Bakın bugünün Müslümanı bu cesarete sahip değil biliyor musunuz?  

Mürşit elinde mürit gassal elinde meyyit gibi olmalıdır diye diye Müslümanları maalesef meyyite çevirdik.  

Maalesef böyle, bu öfke cümlesini böyle alkışlayasınız diye söylemedim. Hakikaten insan üzülüyor, insanın içini acıtan bir cümle yani. Onun için baştan size ısrarla, beşeri münasebetlerde en üst sınırı sahabenin peygambere olan tavrı belirler diye boşuna demedim. Bakın Sahabe ne yapıyor. Aklına yatmıyor onunda Ey Allah’ın elçisi bu konuda vahiy mi var diyor, hayır diyor peygamberimiz, O zaman sahabe, burası karargâh yeri olarak yanlıştır diyor. Ben bu cümleyi kurduğum zaman pek çoğunun kafasında ya bu terbiyesizlik değil mi? Peygambere karşı böyle şey olur mu? Diye düşünceler geçiyor biliyorum. Ancak bunu yapan sahabeye Peygamberimiz hiç kızmıyor. Size göre on kat daha toleranslı Peygamberimiz, görüyorsunuz. Sadece diyor ki sebebi nedir? Ey Allah’ın elçisi, düşman geliyor ucu göründü şurayı karargâh yeri olarak seçerse, karşı tepeyi gösteriyor, peki diyor orayı karargâh yeri olarak seçerse, Bedir kuyularının kontrolü onların egemenlik alanında olur. Onlar Bedir kuyuları kontrol ederler. Savaş uzayacak olursa biz suyu nereden alacağız. İşte Allah Resulü’nün büyüklüğü burada, diyor ki doğru söylüyorsun, değiştirin karargâh yerini. Nitekim bakın Kur’an’da bu meseleyi anlamamıza yardımcı olacak Hz. Peygambere yönelik iki önemli ayet vardır. فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ (Hud 11/112).

 “Emrolunduğu gibi dosdoğru ol.”

Hangi konuda? Hayatın tümünde. Hangi konuda taviz veremez Hz Peygamber, Allah’tan aldığı vahiy konusunda. Allah peygambere diyor ki “Eğer ona bir şey katacak olsaydın seni şah damarından yakalardık.” Ayet Hz Peygamberi uyarıyor. Vahiy konusunda yanılması mümkün değildir. Yanılsa o zaman din olmaz. Ama Kur’an Hz. peygambere bir başka ayette daha diyor ki وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ (Ali İmran 3/159). “istişare et.” Kiminle? Ashabınla. Hangi konuda? Vahyin olmadığı konuda, gerek duyduğun zaman. Gördünüz mü? Biz Müslümanlar neyi unutmuşuz. Sahabe durup dururken sormuyor peygambere, bu konuda vahiy mi var diye. Gerekçe ne? Peygamberin hata yapabileceğini düşünüyor. Ama biz bugün bunu bile düşünemiyoruz, korkuyoruz. İslam’ın, düşüncenin önündeki engelleri kaldırması budur işte. Sahabe bu cesarete sahipti ve Peygamber aleyhisselam kızmadı, öfkelenmedi. Doğru gördüğünü yani sahabenin önerisinin doğru olduğunu söyledi. İşte bizim kaçırdığımız noktalar buralar. Hemen bakın bunun bir ilerisini söyleyeyim size, İmam-ı A’zam Ebu Hanife, bizim fıkıh kitaplarında zaman zaman “Muhalefetü İmameyn” diye bahisler geçer.

İmam-ı A’zam’ı İmam-ı A’zam yapanda budur işte.

Nedir? Talebeleri Ebu Yusuf ya da Ebu Muhammed bazen hocaları İmam-ı A’zam’a itiraz ederler. Derler ki üstat bu konudaki görüşüne katılmıyoruz. Ebu Hanife, Hz. Peygamberi ne kadar iyi anladığını işte buralarda görüyoruz.  O da derki deliliniz ne? Katılmayabilirsiniz ama bana delilinizi söyleyin. Kur’an’ın en çok üzerinde durduğu delil çok önemli bir şey. Öğrencileri anlatırlar şöyle düşünüyoruz, şu sebepten… Ebu Hanife, kızmaz öfkelenmez der ki doğru söylüyorsunuz. O zaman ben sizin görüşünüze katılıyorum. Evet, hocalara duyurulur. Yani İmam-ı A’zam’ın bu duruşu hocalara duyurulur. Kastettiğim cami hocaları değil onlara zor itiraz edersiniz. Kastettiğim üniversite hocaları, öğretmenler… Daha doğrusu çok yönlü olarak Ebu Hanife’yi örnek alırsanız, tablo böyle çıkar karşınıza, gelişme böyle olur. İşte gelişme budur. Hani Bir ayete atıfta bulunmuştuk konuşurken “Her bilenin üstünde bir bilen vardır.” Bilen insanın en önemli özelliği bilginiz arttıkça cehaletinizin ne kadar büyük olduğunu fark ediyorsunuz.  

Bilgi, ilim insanı mütevazı kılar. 

Çünkü her şeyi bilmeniz mümkün değil.  

İşte İmam-ı A’zam budur. Peki, İmam-ı A’zam’ın o çizgisini takip eden Maturidiyi şimdi anladınız mı? Allah vahiy göndermemiş olsaydı bile akıl Allah’ı bulmak için yeterli ifadesinin köklerini görebildiniz mi? İşte çizgi bu, Kur’an, peygamberin örnekliği, sahabenin duruşu ve o çizgisi içerisinde İslam’ı doğru anlayan insan bilgiden korkmaz. İslam’ı doğru anlayan insan yanlışı varsa ısrar etmez. Yanlış yanlıştır ve birisi bana yanlışımı söylediği zaman hoşuma gitmeyebilir ama teşekkür ederim. Çünkü o hakikaten önemli bir sorumluluktur. İslam’ı bilen insan bilgide sürekli açılımlar olduğunu görür, hadise bu işte. Bizim kaybettiğimiz noktalar buralar. Din, akıl, bilim derken bakın neleri kaybettik. İşte sıkıntılarımız kademe kademe zannediyorum açılıyor. Peki, ne oldu? Size biraz bilim boyutundan söz edeyim. Görme özürlü bir grup insan, filin nasıl bir varlık olduğunu çok merak ederlermiş. Bu da sizin bildiğiniz bir şey. Bir gün yoldan fil geçerken durdurmuş fili; birisi demiş ki, gelin bakın işte fil burada. Bir kısmı filin sırt kısmına elini dokunmuş, bazıları hortumunu tutmuş, bazıları kulak kısmını derken fil gitmiş. Daha sonra görme özürlü olan vatandaşlarımıza sormuşlar. Fil nasıl bir varlık diye? Filin kulağını tutan demiş ki fil yelpazeye benziyor. Filin hortumunu tutan demiş ki fil boruya benziyor. Dostlar filin hortumu boruya benzer fil boruya benzemez. Filin sırt kısmını tutan demiş ki fil duvara benziyor. Vallahi filin sırt bombeli, duvar bombeliyse yıkılmaya başlamış demektir.

Burada da problem var.

Bu örneği niye verdim biliyor musunuz? Şu anda Müslümanların İslam’a bakışı tam da böyle olduğu için. Her grup, her topluluk, her cemaat sadece kendi sahip olduğunu, kendi düşüncesini, İslam’la özdeşleştiriyor. Kendisi gibi düşünmeyen kimseyi Müslüman kabul etmiyor. Çatışmanın ana sebebi budur. Oysa konuşmamın sonunda vereceğim örnek şu olacak ama hemen daha sonraya zihinsel hazırlık konusu diye söyleyeyim, Ahkaf suresinin 13. ayeti lütfen bir yere not edin bu ayet bir gün lazım olur. Bazen bana şöyle bir soru gelir iyide konuşmayı bitiriyor muşum gibi oldu. Şimdi bunları konuşmanın sonunda söyleyecektim ama neyse birazcık öne almış olduk. Bazen bana sorarlar, “ya hocam İslam’ı birkaç cümle ile anlatsan kolay anlayacağımız tarzda” diye böyle bir soru geldiğinde ben hep Ahkaf suresinin 13. ayetine atıfta bulunurum. Yüce Allah diyor ki إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُو (Ahkaf 46/13). Aslında dinin özeti budur biliyor musunuz? Ne anlama geliyor “Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da istikamet üzere olanlar, dosdoğru olanlar var ya işte onlar asla mahzun olmayacaklardır. Onlar cennetliktirler.” Fussilet suresinde aynı kalıp şöyle geçiyor, “Rabbimiz Allah’tır deyip dosdoğru olanlara, istikamet üzere olanlara gökten melekler iner, onların cennetlik olduklarını müjdelemek için.”

Aslında dinin özü bu biliyor musunuz?

İman noktasında Tevhit iki tane destek unsuru vardır. Ahiret, nübüvvet. Tevhit insanın beyni gibidir. Tevhit yoksa ahiret, nübüvvet olmaz. Tevhid, hemen akabinde davranış planında da dosdoğru olmak, istikamet, dosdoğru olmak Müslümanın vasfı budur. Hz. Peygamberin inanılır, güvenilir olması bunun örneğidir. Kur’an’da Hz. Peygamberin örnek gösterilmesinin sebebi budur. Dikkat edin! Mesela namazla alakalı yüce Allah şöyle buyurur إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ (Ankebut 29/45). “Namaz insanı kötülüklerden her türlü fuhşiyatlardan, her türlü olumsuzluktan alıkoyar.” Sonuçta ne olur? Allah’ın insana şah damarından daha yakın olduğunu bilir. Namaz kılan insan dosdoğru olur. Oruç tutan insan, oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ (Bakara 2/21). “Umulur ki muttaki olursunuz.” Takva muttaki olmak, Allah’tan korkmak değil, korku en alt düzeyi. Takva en üst seviyede Allah’a yönelik sorumluluk bilinci ile yaşamaktır. Bilgiden uzak takva olmaz. Takva, acaba Allah’ı gücendirir miyim diye o hassasiyeti gösterebilmektir. Takva budur işte إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ (Hucurat 49/13). Sizin en mutttakiniz, sizin en hayırlınız, en ekrem olanınız, en muttaki olanınızdır. Kimin daha muttaki olduğunu kim bilebilir? Ancak Allah bilir. İşte mesele budur. Onun için paramparçayız. Çünkü cehalet gırtlağımıza kadar bizi kuşatmış durumda.

Bundan kurtulmanın yolu nedir?

Aslında aklı yeniden keşfetmektir. Bilimin gücünü elde etmek ve özne olmaktır. Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman, Medine’nin adı Yesrib’di. Yesrib, Medine’ye dönüşür. Mekke’den Medine’ye hicret yeni bir medeniyet hamlesidir. Medeniyet ancak akılla, medeniyet ancak bilgi ile bilimle ve değer üretmekle kurulur. Başka türlü medeniyet olmaz. İşte medeniyet bu, yani din, akıl, bilim dediğimizde kaybettiklerimizi aynı zamanda görüyoruz ve şimdi çözüm yollarını düşünmek zorundayız. Çözüm yolu; batı, aklı kilisenin ipoteğinden kurtardı yükselmeye başladı. Bugün gelinen noktada batı uygarlığı ekonomik ömrünü doldurdu. Niçin? Avrupa ihtiyarladı, Amerika güç sarhoşu, Çin’den bir şey çıkmaz, yeni bir medeniyete ihtiyaç var. Nereden ortaya çıkacak bu medeniyet? Eğer biz aklı yeniden keşfedersek, köklerimize işte Maturidi burada var köklerimize uzansak oradan o tecrübeden yararlanabilirsek Türkiye yeni bir medeniyetin beşiği olacaktır. Ama bunun olmazsa olmaz iki koşulu vardır. Aklın yanında bilginin gücüne sahip olmak tabii bilginin gücüne sahip olmak ancak bilimle mümkün olur. Nitekim Kur’an’ın işareti doğrultusunda Müslümanlar çok erken dönemde bilgiye açık olmuşlardır. Bilgiye açık olmak ne demek? Yine Kur’an’ın bir ayetini hatırlatayım bu da muhteşem bir ilkedir, Kur’an müminlerin vasıflarından söz ederken der ki, “onlar her sözü işitirler yani öğrenmeye açıktırlar, bilgiye açıktırlar ve en güzeline uyarlar.” Aslında bilim de bu eleştirel düşüncedir. Biliyor musunuz? Kur’an’ın söylediği de budur.

Yani mümin insan her sözü işitir, en güzeline uyar.

Hasan Onat şu anda konuşuyor, soracaksınız hocanın her söylediği doğru mu? Yanlışlar varsa diyeceksiniz ki, ya hocam şu söylediğiniz Kur’an’ın şu ayetine aykırı, şu akla aykırı… Ben de size diyeceğim ki deliliniz ne? Ayetleri net ortaya koyarsanız, benim yanlışımı düzeltirseniz, en kötü ihtimalle size derim ki hoşuma gitmedi ama yine de size teşekkür etmek zorundayım. Çünkü hiçbir Müslüman yanlışların hamallığını yapacak kadar aptal olamaz mümkün değil. Olay bu işte, bu çizgi çok önemli ve çok erken dönemde Müslümanlar bilgiye açık hale gelmişlerdir. Bunun en önemli zirve noktalarından birisi Beyt’ül Hikmelerdir. Abbasiler devrinde Beyt’ül Hikme dediğimiz bir takım bu kurumlar oluşuyor. Özellikle tüm dünyada bilgi adına değerli ne varsa Müslümanlar bunu alıyorlar ve Arapçaya tercüme ediyorlar. Bu insanlık tarihinde çok önemli noktadır. Bunun bir başka ileri adımı neresidir biliyor musunuz? Endülüs’tür.

Benim Kerbela’dan Endülüs’e diye bir yazım var onu okumanızı öneririm.

Kerbela’dan Endülüs’e diye adını koyma sebebim de şu, çünkü Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasından önce 1100’lü yıllarda Endülüs’te Müslümanların muazzam bir birikimi vardı. Tüm İslam dünyasındaki yazma eserler, özgün eserler Endülüs’te toplandı. Bu eserlerin önemli bir kısmı, tıpla ilgili olan kimya ile ilgili olan matematikle ilgili olanlar hızla latinceye tercüme edildi. Eğer bugün rönesans ve reform’dan söz edebiliyorsak bunun arkasında Müslüman kafa vardır. Müslümanların bilimsel birikimi vardır. Ama ne oldu biliyor musunuz? Yani keşke yanımda getirseydim size 1505 yılında Feryatname adında II. Bayezit’e yazılan bir mektup var. O mektubu eğer aklıma gelseydi emin olun size getirirdim. İnsanın içi parçalanıyor. Yani Müslümanlar önce orada birbirlerine düştüler, birbirlerini yemek için Hristiyan krallardan destek aldılar daha sonrada Hristiyan krallar Müslümanları bitirdi. Endülüs, Kerbela’dan sonraki en büyük trajedidir ama hiçbirimizin Endülüsle ilgili doğru dürüst bir bilgisi yok? Biliyor musunuz? O kadar acı bir olay. Korkarım yani umarım benzer durumlara düşmeyiz.  

Çünkü benim gözlemlediğim bir şey var ne zaman bilgi itibarsızlaştırılırsa ne zaman Müslümanlar koyun gibi itaate sevk edilirse, ne zaman taklit makbul hale gelirse, ne zaman mürşit elinde mürit gassal elinden meyyit gibi olacaktır ifadesi toplumda neşvü nema bulmaya, yayılmaya başlarsa, bunlar çöküş işaretleridir.

Bu son derece tehlikeli, işte Endülüs bu süreci yaşadı. Maalesef Endülüs ‘deki Müslümanlar buharlaştı. Çok büyük problemler yaşandı. Ben detaylara girmek istemiyorum sadece Endülüs’ü işaret etmek istedim. Derdim sizin moralinizi bozmak değil. Derdim şu, Endülüs’te Müslümanların birikimiyle batı kafası buluştu. Batı, aklı kilisenin ipoteğinden çözdü, aklı özgürleştirdi. Sonra Rönesans, reform ve sonuçta bugünkü batı medeniyeti ortaya çıktı. Ama bugün dedim ki Avrupa ihtiyarladı, Amerika, güç sarhoşu olmuş durumda. İnsanlığın yeni bir medeniyete ihtiyacı var ve bu medeniyetin Müslümanların eseri olması gerekiyor. Peki, İslam dünyasının perişan vaziyetini konuşmamızın girişinde söyledik. Bu vaziyetten bir medeniyet çıkar mı? Ben size diyeceğim ki gelin biraz Türkiye’yi yeniden düşünelim, hani klasik bir söz vardır ev gör evine ısın, köy gör köyüne ısın derler. Ben üç kez İran’a gittim. Son gelişimle ilgili bir cümle hiç hoşuma gitmiyor. Oradaki bir vatandaşa, taksi şoförüne dedim ki Amerika, Irak’ı perişan etti İran’ı vuracağım dedi, ne dersiniz dedim. Beni çok rahatsız eden bir cümle bu, döndü baktı bana “keşke dedi vursa da şu Mollaların zulmünden kurtulsak.” 

Çok acı bir şey, özgürlüklerin olmadığı yerde İslam olmuyor.

Biliyor musunuz? Türkiye’nin dışında bugünkü İslam coğrafyasının hemen tamamı yüz sene yüz elli sene batının sömürgesi oldu. ‘Arap Baharı’, onun arkasında ne var? Her bölgede farklı bir şey var. Libya Petrol dağılım oranlarının yeniden belirlenmesi gerekiyordu. Mısır’da Hüsnü Mübarek’in zamanı dolmuştu. Mısır’da sadece bir milyon insan mezarlıklarda yatıyor günlük, aylık geliri 50 doların altında o kadar çok insan var ki. Dostlar, karnı aç insanların demokrasi falan derdi olmaz. Suudi Arabistan dâhil İslam dünyasında petrol yataklarının üzerinde ancak üç beş zenginin cebi doluyor. Müslümanlar ise perişan vaziyette yaşıyor. Sıkıntı bu, arap baharı falan, ortada bahar falan yok. Suriye’de yaşananlar bunun farklı bir versiyonu. Suriye, İslam dünyasında domino tesirinde bir mezhep çatışması yaratılabilmesi için uygun bir yerdi. Farkında mısınız? İran ısrarla Hafız Esad’ın oğlu Beşşar Esad’ı destekliyor. Sebep, mezhep dayanışması, başka sıkıntılar var. Bunları şöyle yan yana getirdiğinizde İslam dünyası perişan bir vaziyette. Aman lütfen dikkat buyurun bu Müslümanların yaşadıkları bölgelerin Pakistan dâhil hemen tamamı 100 sene 150 sene batının sömürgesi oldu. Dostoyevski’nin şöyle bir sözü vardır. Der ki, “kölelere özgürlük verirseniz bir torbaya koyar size geri iade ederler.” Ne demek istiyorum?  

Türkiye’nin kaderi bir buçuk milyar Müslümanın kaderidir.  

Evet, yani İslam dünyası, Müslümanlar özgürce, onurlu yaşayacaksa bu Türkiye’ye bağlıdır. O zaman yeni bir medeniyet olacaksa, o medeniyet bu topraklarda doğacaktır. O medeniyetin bu topraklarda doğabilmesi için söylediklerimin yanında iki şeye ihtiyacımız vardır. Bir, kendi değerlerimizle barışmamız gerekiyor. Değerlerle barışmak demek, artık Kur’an’ın ortak paydayı teşkil etmesi demektir. Kur’an’ı devre dışı bırakırsak parçalanırız. Kur’an’ın dışında bizi bütünleştirecek bir şey yok. İki, geçmişi doğru anlamak, geçmişte büyük kafalar var. İşte Maturidi bunlardan birisi. Onların oralardan beslenerek yürümek ama geçmişin de esiri olmamak. Ebu Hanife daha öncekiler ile ilgili çok net yürüdü. İmam Maturidi de öyle yaptı.  

İmam Maturidi ne yaptı?  

Ben size Maturidi’nin düşünme tarzını bir kaç cümle ile şimdi özetleyeceğim. Bakın hatta daha genel bir cümle kurarak yürüyeyim yine bir soru sorayım. Konuşmamın sonunu böyle bağlayacağım. Biraz sonra Kur’an’ın dışında vahiy muamelesi yapabileceğimiz başka bir malzeme var mı diye soracağım ama önceki sorum şu: 

-Hz. Muhammed son peygamber mi?  

-Evet.  

-Hz. Muhammed’in dışında herhangi bir kimseye vahiy gelir mi?  

-Gelmez.  

Buraya kadar itirazımız yok değil mi? Peki şimdi akıl şöyle; nasıl Kur’an, Allah’ın bir ayeti ise akıl da Allah’ın bir ayetidir. Tabiatta Allah’ın bir ayetidir. Dolayısıyla akıl, vahiy ve bilim birbiriyle çelişmez. Onun için dedim ki size vahiy akla destek için vardır. Bu ne demektir? Bir cümle daha ekledim buraya ancak aklın yaptırım gücü yok dedim. Aklın doğruları vahiyle desteklenirse yaptırım gücü kazanır. O yüzden son derece önemli ama benim burada söylemek istediğim başka bir şey var. O zaman Hz. Muhammed son peygamber, Kur’an son ilahi kitaptır. Bu ne demektir? Şimdi soruyu sorayım, 

Kur’an’ın dışında herhangi bir şeyhin herhangi bir efendinin herhangi bir kimsenin sözüne vahiy muamelesi yapabilir miyiz? 

O zaman lütfen tefekkür buyurun. İşte Türkiye’nin bir başka açmazı, anladınız mı? Yani mümkün olduğu kadar çok net cümle kurmaya çalışıyorum. Yani söylediğimin sağa sola çekilmesi mümkün olmayacak tarzda cümle kurmaya çalışıyorum. Türkiye’nin açmazı; bu açmaz, gerçekten ciddi bir açmaz ve ne oluyor biliyor musunuz? Kötü örneklerle yürümek istemiyorum ama pek çok şeyh efendinin sözüne insanlar vahiy gözüyle bakıyorlar. Pek çok kitapta “bu bana Allah tarafından bildirildi, yazdırıldı” gibi ifadeler var. Bizim en büyük imam dediğimiz İmam-ı A’zam’ın örneğini boşa vermedim. Talebelerinin duruşu, İmam-ı A’zam’ın kafasının arka planında ne vardı? Kur’an’ın dışında hiçbir bilgiye vahiy muamelesi yapılamaz bilgisi vardı. İmam Maturidi de bunu söylüyordu. Şimdi bir çıkış yolu ile alakalı son bir şey söyleyeceğim ve gerçekten bizim din alanımızda çok önemli temel problemlerimizden birisi bu soruydu. Kutsallaştırdığınız her bilgi insanın anlama menzilinin dışına çıkar.

Kur’an kendisini akla sunar.

Nasıl? Der ki size inanmıyorsanız buyurun Kur’an’ın bir benzerini meydana getirin. İnanmıyorsanız on sure meydana getirin. Der ki size bunların hepsi aşama aşama, yani insanın Kur’an’ın bütünlüğünü kavrayabilecek tarza müthiş bir şeydir bu, En büyükten en düşüğe kadar gelen yani doğru anlamayı ortaya koyan bir süreçtir. Der ki bir tek sure meydana getirin ve ekler çağırabilecek ne varsa yanınıza, buyrun yardım edecek her şeyi de çağırın. İşte Kur’an böyle bir kitap. Der ki Kur’an Allah katından gelmemiş olsaydı onda çok çelişkiler olurdu. Kur’an’da çelişki olur mu? Olmaz. İşte bizim meselemiz bu, Kur’an’ın dışında herhangi bir şeye vahiy muamelesi yapmamamız gerektiği gelecek açısından önemli. Çünkü bilimsel bilgi beşeri bilgidir, beşeri bilgi her türlü tenkit ve tahlile sonuna kadar açıktır.

O zaman diyorum ki size eğer biz Kur’an’ı yeniden anlayabilirsek Kur’an’ın kurucu ilkelerini yeniden hayatımıza düstur edinirsek, aklı kullanmanın Allah’ın emri olduğunu, eğer aklı en üstün, en üst düzeyde kullanmanın bir sorumluluk olduğunu bilirsek, eğer Hz. Muhammed Aleyhisselam’ı örnek alabilirsek, Müslümanların 14 asırlık süreçte ürettiği birikimi, eleştirel çerçevede gözden geçirebilirsek, bu bizi yeni bir medeniyete hazırlar. Bir şartla, bilgiye açık olmak, batıda üretilenleri de doğru okumak kaydı şartıyla. Bu ne demektir? İşte şu anda Türkiye’de çok ciddi sancılı bir süreç yaşanıyor. Türkiye’nin şu anda ki durumu, bir zamanların Endülüs’ü gibi. O zamanlar Endülüs’te Müslümanların birikimi ile batı kafası oluştu. Şu anda biz iki şey yapıyoruz bir kendi köklerimizi keşfediyoruz. O yüzden konuşmama girerken Maturidi-Yesevi Otağı beni heyecanlandırdı demiştim. İmam Maturidi’nin Allah vahiy göndermemiş olsaydı akıl yeterdi sözü özel anlam taşıyor.  O yüzden Kur’an Müslümanların vasıflarından söz ederken onlar her sözü işitirler, en güzeline uyarlar diyor.  

İşte Türkiye bu süreçte yeni bir uygarlığın beşiği olabilir.  

Son örnekle kapatıyorum. Bir pire örneği vardır biliyor musunuz? Şu anda ‘öğrenilmiş çaresizlik’ diye bir şey var. Bizim durumumuzu o kadar güzel izah ediyor ki, pire normalde 70-80 santim zıplayabilirmiş. Bir pireyi deney tüpünün içerisine hapsetmişler, bir süre orada kalmış sonra serbest bırakmışlar. Pire hep 40 santim zıplamaya başlamış sebebi ne? Evet deney küpünün boyu 40 santim. Şu an son iki asırdır diyorlar dışarıdan siz adam olmazsınız, biz de içeriden diyoruz ki biz adam olmayız. Peki, kim adam olacak, dışarıdan mı gelecek. Bizi Amerika mı adam edecek? Bizi Avrupa mı adam edecek? Dışarıdan gelen mehdiler mi bize yol verecek? Kur’an kendisinin Mehdi olduğunu söyler. Kusura bakmayın Kur’an varken başka Mehdide olmaz. Öğrenilmiş çaresizliği kırmak zorundayız. Evet biz yapabiliriz biz başarabiliriz. Gerekçemizde şu; putperestler, çürümüş kemikleri alıyorlar ufalıyorlar Hz. Peygamber’e getiriyorlar. Diyorlar ki, “bunu kim diriltecek?” Peygamber Yasin suresinin sonunda diyor ki قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ (Yasin 36/79). Bu muazzam bir ayet “yüce yaratıcı, onları ilk defa yaratan tekrar diriltir diriltmeye de kadirdir.” Buradan çıkarım yaparsak daha önce medeniyet yaratanlar yeni bir medeniyeti daha kolay yaratırlar ve bunun da beşiği niye Türkiye olmasın niye biz kendi köklerimize doğru okumayalım niye insanlığın birikimine açık olup yeni bir medeniyet kurmayalım.  

Ben o yüzden sizleri tebrik ediyorum. Yani böyle bir günde dışarıda hava güzelken sabırla uyumadan beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Hepinize, saygılarımı sunuyorum.

Prof. Dr. Hasan ONAT

İlgili Yazılar