Aprinçur Tigin

Atsız’ın makalesinde,  ilk yazılı olarak bilinen Türk şairinin Çuçu isimli bir zat olduğu iddiasını  araştırırken ,rastladım saygıdeğer şehzademize. Atsız iddiasını Kaşgarlı Mahmut’a dayandırmaktadır fakat Kaşgarlı Mahmud verdiği şiir örneklerinin sahibini söylemediğinden, hangi şiir Çuçu’ya ait bilememekteyiz ve bu bizleri şiirleriyle birlikte bilinen   Uygur Devletinde yaşamış başka bir şaire götürmektedir. Yani bilinen ilk Türk şairi şiirleriyle birlikte Aprin çur Tigin’dir!!

Aprinçur, ismi  Gökte yanan yani güne  eş  anlamında iken Tigin ismi hükümdar çocuklarına verilen bir ünvandı. Yani  şairimiz bir şehzade olup, taşa kazıdığı duygularıyla ilk olma özelliğini de elinde bulundurmaktadır. O da sevmiş, aşık olmuş, tanrıya münacatlarda bulunmuştur. Tüm beşeriyetin hemhal  olduğu  bu hallerde onu farklı kılan ,bu durumları taşlara kazımasıydı. Yani ataların dediği gibi oldu;

söz uçtu,

yazı kaldı,

Aprinçur Tigin tarihten bize miras kaldı!

 

Tarih kitaplarında sıkça belirtildiği üzere Uygurlar ilk yerleşik hayata geçen Türk devletiydi ve bu kabul ettikleri mani dininin bir sonucuydu. Yerleşik hayat beraberinde kültürel gelişmeyi ,kağıdı,18 harfli bir Uygur alfabesini ve güçlü dinsel bir atmosferi de beraberinde getirmişti. İşte bu ortamda  duygularını taşa döken kişi Aprinçur Tigin oldu. Kalkan adlı ilahisinde tanrılarına yakarıyordu ve diyordu ki  ‘Kalkan’ ında; kut ver ey tanrı!

Kalkan
İki türlü at oldu bu tilde yürür: İki türlü ad bu dilde yürür; 
Bir edgü, bir ıssız ajunda kalır. Bir iyi, bir kötü dünyada kalır.
Isızga söğüş, edgü ögdi bolur. Kötüye sövüş, iyiye övüş olur.
Özünge baka-kör,kayusun kolur? Kendine bakagör, hangisini ister?
Özin edgü bolsa,atın ögdilig; Özün iyi olursa adın övmeğe değer
Kalı bolsa ısız sögüş ey silig. Eğer olursa kötü,hakaret bulur, ey namuslu ..

Dönemin gelişen kültürünün prototipi olan Aprinçur ,karakterinden de izler veriyordu bize. Her ne kadar Uygurların Türklüklerini yitirmiş olduğunu söylense de, damarındaki akan kanı değiştiremezdi kim. O ateş ,o delikan  hep olacaktı, ister mani olsun ister Hristiyan ister Müslüman…

Öpkem kelip ogradım Öfkelenip dışarı çıktım
Arslanlayu kökredim Arslan gibi kükredim
Alplar başın togradım Yiğitler başını doğradım
Emdi meni kim tutar Şimdi beni kim tutabilir.
Kanı akıp yoşuldu Kanı akıp boşandı
Kabı kamug teşildi Derisi baştan başa deşildi
Ölüg birle koşuldu Ölülerle bir oldu
Togmuş küni uş batar Doğan güneş işte batıyor

Mani dini Uygurların hayatında köklü değişimler gerçekleştirmiş, daha çok konar-göçer yaşamış Türk milletini yerleşik hayata geçirmiştir. Bu köklü değişimler arasında  et yemenin, avlanmanın, savaşmanın günah olması sayılabilir. Fakat bu köklü değişimler kültürel hayatın bir o kadar da gelişmesine neden olmuş, Uygurlar kendilerine 18harfli bir alfabe bulmuş ve çok sayıda eserler vermişlerdir. Bu ve buna benzer nedenlerden ötürü kültürel  hayat çok gelişmiştir. İşte böyle sanatın ,şiirin solunduğu bir atmosferdeydi Aprinçur Tigin ve  aşıktı, inançlıydı ve de en önemlisi duygularını taşlara işleyebilen bir şairdi. Kaşgar sokaklarında dolaşırken sevgilisinin hasretiyle içini dökmesi gereken  bir şeyler olmalıydı. O da taşları seçti, hem  ondan olan hem ondan olmayan taşları. Taşlar da onun gibi turabiydi yani töz  aynıydı, sadece kendisine hasret dolu bir yürek verilmişti taşa da bu derdi içinde tutabilecek  metanet. Buluştu bu iki dere kalemin köprülüğünde ve gönülden dökülen nağmeler  taşın metanetinde hayat buldu ve taş hiç unutmadı  bu sözleri, söylemedi de  öylece bekledi, başka bir turabi gelsin de okusun diye. Geldi o beklenilen ;1919 yılında A. von Le Coq gözleri ilişti bu taşlaşmış aşk anıtına. Duyurdu Türk’ü Türk dünyasına ve tüm dünyaya bu yabancı adam. Kendi  şairini başka dilden, başka gönülden adamdan duyması  rahatsız etmemişti kimseyi. Zaten bunu kaç kişinin duyduğu da bir muammaydı. Kendi özünden kendi sözünden olan bu  şair çeşitli nedenlerden ötürü çok bilinememiş ti, bilenin de sesi  sessizlik olup karışmıştı, sözler karnavalında. Âmâ güneş balçıkla sıvanmadı, ve de halen Aprinçur Tigin bir çok divane gönülün sesi olup yavuklusuna serenat yapmaya devam etmekte dimağlarda.

SEVGİLİ
kasınçığımın öyü kadgurar men Yavuklumu düşünüp dertleniyorum.
kadgurdukça dertlendikçe
kaşı körtlem kaşı güzelim
kavışıgsayur kavuşmayı özlüyorum
 
öz amrakımın öyür men Kendi sevgilimi düşünürüm ben
öyü evirür men ödü/…/ çün düşünürüm düşünürüm de… [mısra kopuk!]
öz amrakımın kendi sevgilimi
öpügseyür men öpmek isterim ben
 
barayın tiser Kaçıp gitsem
baç amrakım güzel sevgilim
baru yime umaz men gene de gidemem ki ben
bağırsakım merhametlim!
 
kireyin tiser Sokulayım desem (sana)
kiçigkiyem yavrucuğum
kirü yime urnaz men gene de sokulamam ki ben
kin yıpar yıdlıgım misk gibi güzel kokulum!
 
yaruk tengriler Işık Tanrılar
yarlıkazunın sayesinde
yavaşım birle huyu güzelimle
yakışıpan ardılmalım birleşip ayrılmayalım
 
küçlüg priştiler Kudretli meleklerin
küç birzünin kudreti sayesinde
közi karam birle kara gözlümle
külüşüpen külüşügin oluralım gülüşüp oturalım.

Bir Aşık Veysel, bir Yunus Emre olmak kolay değildir. Zorluğu kalemin marifetinde değil yüreğin marifetindedir, sevmektir, sevilmektir, sahip çıkmaktır senden olana ..Nice yüce gönüllerle birlikte tüm bizden olana yaptığımız gibi Aprinçur Tigin’e de sahip çıkabilmek dileğiyle…

Yazar: Ahmet Doğan ERGİN

 

İlgili Yazılar