KUTSALLIKLARDAN ŞİRK VE İSYANA
(Sence Dergisi 12. Sayı)
H. Ahmet ÖZER
Yanlışların kutsallaştırıldığı toplumlarda akıldan, bilimden söz etmek mümkün değildir
Tarihte insan toplumları incelendiğinde dini tahrif eden en önemli unsurların başında kutsallıklar gelmektedir. Dokunulmazlık şeklinde yorumlayabileceğimiz kutsal kavramı tarih boyunca arkasına sığınılan bir kalkan görevi yapmak amacıyla kullanılmıştır. Bununda temelinde dünyevi çıkar elde etme, oluşturulan dünyevi egemenliği koruma yatmaktadır. Hz Peygamber döneminde din üzerinden rant elde edilmeye yahut da din üzerinden dünyevi çıkar elde etmeye bir tek örnek verilemezken bundan sonraki yüzyıllarda bu anlayışa yönelik yığınla sektörler oluşmuş adeta geleneksel hale gelmiştir.
“Hani Rabbin meleklere, ben yeryüzünde mutlaka bir halife yaratacağım demişti. Demişlerdi ki: Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Biz sana hamd ederek noksan sıfatlardan arılığını söylemede, seni kutlamadayız ya; ben sizin bilmediğinizi bilirim demişti” ( Bakara 30. Ayet). Bu ayete bakıldığında ilk bakışta görülen yüce Allah’ın kendini meleklere sorgulatması ve arkasından gelen ayetlerde delilini vermesidir.
Nasıl oluyor da yüce Allah kendini sorgulatan ayeti peygambere vahyediyorken isminin arkasına önüne birtakım unvan vererek kendine kutsallık veren zümre türeyebilmiştir?
İslam toplumlarının en önemli problemlerinden biri burada yatmaktadır. Kendini sorgulatmayan zümrelerin, şahısların oluşması, ilmi düşüncenin gelişmesinin önüne duvar örmüştür. İnsanlar aklen izah edemediğini kutsar. Aslında bu acizliğin bir göstergesidir.
Bilgiden yoksun bırakılmış toplumlar bir takım keramet hikâyelerinin peşine takılmakta, dini hafızasını bunlarla doldurmaktadır. Bu anlayış sevgi ve korku oluşturmakta akıl ile ölçe bilirlik devre dışı bırakılmaktadır. Bu anlayışın önüne birde menfaat konulduğunda kutsalın peşine takılan yığınlar oluşmaktadır.
Peygamberi bile sorgulayan ashabın yerini taklitçi, şirke bulaşmış indirilen vahye değil de uydurulan dine inanan insanlar almaktadır. Bu yapı, egemenliğini sürdürmek isteyen din tekellerinin en büyük potansiyelidir.
Allah’a kul olmayı emreden ilahi vahiy varken insanlar nasıl oluyor da kula kul olma noktasına gelmiştir?
Bozulmuş Hıristiyan anlayışındaki yapı ilahi vahiyden uzaklaştıkça birçok kutsallıklar oluşturmuş, kiliseyi ve din adamlarını dokunulmaz yapmıştır.
Dokunulmaz, sorgulanmaz ruhban sınıfı meydana gelmiştir. Batı bu anlayışı Rönesans’la yıkarken akıl ahlakı ve özgür düşünceyi toplumlarına hâkim hale getirmiştir. Orijinalliğini kaybeden İncil büyük çoğunlukla aziz hikâyelerinden oluşmaktadır.
Türk İslam toplumlarında da 1500 yıllarından sonra bu yapı oluşmuştur. Dinin temsilcisi ne diyanettir, ne cemaatlerdir. Dinin temsilcisi iman eden bireylerdir. İslam’da din sınıfı, din adamı yoktur. Her Müslüman dininin adamıdır. Devlet insanlara hangi dinden olursa olsun özgürce dinini yaşayabileceği ortam oluşturmalıdır. Devletin dini adalet, zulmü küfürdür.
Hazreti Peygamber döneminde de yapılan budur. İnsanlar inançlarında özgürdür. İslam dünyası da bugün Kuran dururken uydurma rivayet ve hikâyelerle kültür dünyasını doldurmuş, hayatını bunun üzerine bina eder hale gelmiştir.
Uydurulmuş kaynaklardan beslenen dini hafıza kendine birçok kutsallıklar oluşturmuş, aklı ve sorgulamayı devre dışı bırakmıştır.
Hıristiyanlıktaki gibi İslam’da da din sınıfı oluşmuş ve bu sınıf bir takım kutsallıklarla etrafına duvar örmüştür.
Kişi kutsal kabul ettiğini sorgulamaz ve sorgulatmaz. Ölü yıkayıcının önündeki ölü haline gelen birey, kula kul olmayı dinin bir emri sanır. Sorguladığında manevi ceza göreceğine inandırılmıştır. Yanlışların kutsallaştırıldığı toplumlarda akıldan, bilimden söz etmek mümkün değildir.
Hazreti Peygamberin peygamberliğine karşı çıkan kesim Allah inançlarına sahip olmalarına rağmen birçok kutsal anlayışa sahipti.
Peygamberimize ”bizim putlarımızın bir kısmına onu öpmek veya elle dokunmak suretiyle, elini sürsen seni tasdik ederiz” şeklinde teklifte bulunmaları kutsallarını korumak içindir. Bunun için bir çok ayeti kerime “….düşünmez misiniz”, şeklinde sona erer.
Kuran’ı Kerimde aklın işletilmesine atıfta bulunan birçok ayet vardır. İslam toplumlarının en önemli zaaflarından biride bilgiyi okuyup sorgulayarak öğrenecek yerde, bilgili sandığı kişiyi taklit etmektir. Hiç bir gerçek âlim kendisinin taklit edilmesini istemez.
İmamı Şafi’nin “Her kim bizim verdiğimiz fetvalara Kuran ve sünnetten delilini bulmadan uyarsa Allah ona lanet etsin” sözü bunun delillerinden bir tanesidir.
Din bir ticari kurum gibi yönetilemez. Dinde tröst yoktur. Günümüzde dinden çıkar sağlayan büyük tröstler türemiş, kendilerine ve yandaşlarına ticari çıkar sağlamaktadırlar. Bunu da dine hizmet adı altında yapmaktadırlar. Bu yapıyı da besleyen İslam toplumlarındaki bozuk dini kültür hafızadır.
Daima işin kolayına kaçan birey kendince cenneti de kolay kazanma adına bir takım şeyh ve sözde evliyaların peşine düşmekte: ”Kızım Fatıma peygamber kızıyım diye bana güvenme ilahi mahşerde ben bile seni kurtaramam.” şeklinde Resulün mesajı olmasına rağmen, yanlış yorumlanmış şefaat anlayışıyla da bu düşüncesini güya delillendirmektedir.
İslam toplumları büyük âlim İmamı Azam Ebu Hanife’nin ”Eğer Allah’ın velilerinden maksat âlimler değilse Allah’ın velisi yoktur” sözünü dikkatlice düşünmek ve sorgulamak durumundadır.
Yine bu anlayışa göre yoksulluğun geri kalmışlığın önüne geçmek için yeni projeler ve alternatif yollar arayacağına, araştırmaya, bilime, deneye yönleneceğine kutsallaştırılanlardan yardım isteme yolu seçilmektedirler.
Kendi sorununu çözme adına bir yıl hiçbir çalışma yapmayan birey uydurulup kutsallaştırılan birtakım kandil geceleri vasıtasıyla, diri ya da ölmüş sözde uluları aracı yaparak yaratıcısından yardım isteyerek amacına ulaşacağına inanmaktadır.
Kuran’da ifadesini bulan yalnızca kadir gecesidir. Bu gecenin feyzinden faydalanmakta yalnızca bir geceye ait değildir. Bu gece, bütün bir yılda bireysel ve insanlık adına yapılan olumlu eylemlerin(salih amellerin) finalidir.
Büyük Türk âlimi aynı zamanda itikat imamı Maturidi “Siz dua edin ben duanızı kabul edeyim..” (Bakara 186) ayeti kerimesini siz çalışıp çabalayın ben sizi başarılı kılayım şeklinde tevil etmektedir. Maturidi’ye göre çalışıp çabalamak asıl duadır.
Kuran insanın insana tapmasını önlemek amacıyla inmiş olmasına rağmen bu gün insanlık kirlenmiş, zihinler kirlenmiştir.
Hazreti Peygamberin sağlığında söylediği sözleri sorgulayan ashap, Peygamberimizin vefatından sonra ona atfedilen, uydurulan sözleri sorgulamaz hale gelmiş, bu açık kapıdan yararlanan din tüccarları uydurulan hadislerle kendilerine de kutsallık sağlayan yollar oluşturmuşlardır.
Kutsalın kelime anlamı temizdir. Bu temizlik zihinsel yani inanç ve itikat anlamında temizliktir.
Hazreti Peygamber sağlığında kimseye el etek öptürmezken bu gün el etek öptürenler nasıl temiz olabilir. Mutlak kutsal olan yalnızca Allah’tır. Ahlak ve inanç anlamında temiz olan ve vahiyle desteklenen peygamberlerde Allah’a yakın olduklarından temizdirler.
Yediğini içtiğini başkalarının sırtından kazanan vicdanı pis, inancı problemli insanlar nasıl temiz olabilir?
Bir köylünün yediği temizdir, giydiği temizdir. Kendisi kazanıp kendisi yer. Yüreği temizdir. İmanı saftır. İnancının içinde Allah’la arasında aracılar yoktur. Birisi kutsallaştırılacaksa bu köylü kutsallaştırılmalıdır.
Kutsalla kutsal olmayanı kavramak bilgiyle donatılan aklın işidir. Aklını kullanmayanda Kuran’a göre pisin tekidir (Yunus 100.Ayet). Aslında insan Kuran’a göre yaratılış anlamında kutsaldır. Eğer insan kendini erdemlerle donatabilirse kula kul olmaz, zulüm edene boyun eğmez ve menfaatinin esiri olmaz. Mutlak anlamda kutsal olan Allah’a yakın olur. İnsanlık günahtan beri olmadığına göre nasıl kutsallık verilebilir?
Hz. Peygamberden sonra dini kaynak olarak Kuran’dan daha çok hadis ve rivayetler ön plana çıkmıştır. Hadislerin araştırılıp yazılması Peygamberden 150-200 yıl sonra gerçekleşmiştir. Bu kadar zaman sonra ortaya çıkan ve peygambere atfedilen hadislerin Kuran’a göre sorgulanması (gerek metin bazında gerek anlam bazında) İslam ulemasının en büyük çalışma alanlarından biridir.
İmamı Azam Ebu Hanife böylesi rivayete dayalı dini yapılanmayı ilk sorgulayan isimlerden biri olmuştur. Bir talebesinin; bir takım insanlar gördüm, “şu meselelere asla girme, Çünkü ashap bunlarla uğraşmamıştır. Onlar için kâfi olan senin içinde kâfidir” diyorlar. Ben onların halini, büyük ve suyu bol nehirde, çıkış yerini bilmediği için boğulacak bir kimseye;” yerinde dur, sakın çıkış yeri arama!” denmesine benzettim. Şeklindeki değerlendirmesine şu karşılığı vermiştir: Güzel bir anlayışın var. Onlar sana “Hz. Peygamberin ashabı için kâfi olan senin içinde kâfidir” dediklerinde, “evet ben onların durumunda olsaydım,(Onların zamanında yaşasaydım) onlar için mümkün olan benim içinde mümkün olurdu” diye cevap ver. Oysaki onların şartlarıyla(sorunlarıyla) bizim şartlarımız aynı değildir.” cevabını vermiştir.
Hz. Peygamber döneminde kimse kutsallaştırılamazken Peygamberimizden sonraki dönemlerde ortaya çıkan ve Peygamberimize atfedilen uydurma rivayetlerle bir takım sözde din ulularına kutsallık atfedilmiş ve adeta her söylediği din olan kişi ve zümreler türemiştir.
Bir Hıristiyan İslam’ı kavramak niyetiyle şüphelerini gidermek için Hz. Peygamber’e birkaç soru sorar. Sorulardan biri: ”Bu ayet (tevbe 31) bizi, âlimlerimizi ve rahiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Bunun gerçek manası nedir? Zira biz onları kendimize rabler edinmeyiz” der. Hz. Peygamber cevaben : “Siz onların gayri meşru ilan ettiklerini haram, meşru dediklerini helal sayıp öylece kabul etmiyor muydunuz?” der. Kişi “evet böyledir” diye tasdik eder. Hz. Peygamber “İşte bu sizin onları kendinize rabler edinmenizdir“ buyurur.
Duaların kabulü için Allah’la arasına sözde mürşidini aracı koymak sapıklığının Kuran’da bir tek delili var mıdır?
Din Kuran’dan ve onun doğru yorumlarından öğrenilmelidir. Aracısız, ortaksız Allah inancını kavratmak ve oluşan kutsallıkları ve tabuları yıkmak, taklide değil, delil ve burhana dayanan din anlayışını hâkim kılmak, yalnızca Allah’a kul olan, bütün salih eylemlerini ona has kılarak yapmak insanlara peygamber gönderilmesinin temel amacıdır.
İslam toplumlarındaki itikadi sapkınlıklar devletleri de tehdit etmektedir. Kendisinin etrafına din adına köle yap tığı milyonları toplayanlar kendi çıkarları adına bir yapı oluşturmaktadırlar.
İnsanların özgür iradelerine uydurulmuş rivayetlerle egemen olmakta, gelişmenin, bilimin düşmanı olan bireyler yetiştirmektedirler. Bu bozuk uydurulmuş dini yapıyı gören yabancı çıkar çevreleri bu yapıyı desteklemekte, bunlara belli menfaatler sağlayarak kendi çıkarları için kullanmaktadırlar.
Din öğretisi, din tüccarlarının elinden alınmalıdır. Doğru kaynaklardan beslenen neşriyatlar devlet tarafından desteklenmeli, okullardaki müfredatlar yeniden yapılandırılmalıdır. Ancak bu şekilde kutsallıklardan oluşan şirk ve isyan önlenebilir.
H. Ahmet ÖZER – Sence Dergisi 12. Sayıda Yayımlanmıştır.