Not: Konferansın yazıya geçirilmiş halidir.
Niçin Yeni Bir Uygarlık? Niçin Yeni Bir Türkiye? Konferansı – Prof. Dr. Hasan Onat
MATURİDİ YESEVİ OTAĞI
SAFRANBOLU – 19 MAYIS 2014
NİÇİN YENİ BİR TÜRKİYE NİÇİN YENİ BİR UYGARLIK KONFERANSI
PROF. DR. HASAN ONAT
Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum. Bu çerçevede diyorum ki gelin birlikte bir düşünce turuna çıkalım. Amacımız, içinde yaşadığımız birtakım sorunlar var. Bu milletin geleceği var, ülkenin geleceği var, gençlerimizin geleceği var. Sizleri bu meseleleri birlikte düşünmeye davet ediyorum. Zor bir mesele ile karşı karşıyayız. Aslında düşünmek, gerçekçi olmak gerekirse dünyanın en zor işlerinden birisi… Düşünmek için bilgiye ihtiyaç var, düşünmek için verilere ihtiyaç var. Hele hele medeniyet meselesini konuşmak, medeniyet meselesini düşünmek gerçekten dünyanın en zor işlerinden birisi…
Ancak şöyle bir ufuk turuyla başlayalım. Aslında sayın başkanın bıraktığı yerden başlamak belki en doğrusu olacaktır. Ama bir ufuk turu yapalım istiyorum. Gerçekten de insanın içini acıtan tablolarla karşı karşıyayız. Nerede Müslüman yaşıyorsa orada ciddi sorunlar var. İşte en son yaşadığımız 301 canımızın şehit olmasına yol açan elim maden kazası. Dünyanın başka yerlerinde de maden kazaları oluyor. Peki, acaba şu soruyu soruyor muyuz? Buralardaki çalışma koşulları neler? Bizim madenlerimizdeki çalışma koşulları neler? Bunlar hep tartışılabilir ama sadece bir tek cümle ile ifade edeyim. Kur’an’ın bu konudaki uyarısı son derece dikkat çekici diyor ki: “Başınıza gelen musibetler, olumsuzluklar sizin ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” Herhangi bir olumsuzluktan dolayı bizim bir başkasını suçlama lüksümüz yok. Önce işe buradan başlamamız gerekiyor. Bunu yapabilirsek o zaman yaptığımız hatalardan ders alma imkânına kavuşuruz. Ama farkındaysanız toplumsal hastalık haline dönüştü, hemen her yerde her konuda birilerini kolaylıkla suçlayabiliyoruz. Dostlar bu çözüm değil. Önce özeleştiri, bir yerde bir yanlış varsa elimizi vicdanımıza koyup öz eleştiri yapıp o yanlışın sebeplerini bulmak zorundayız. Sebeplerini bulabilirsek o yanlışlardan gerekli dersleri çıkartırız onu bir daha tekrarlamayız. Hz. Peygamberin ifadesi ile “Bir mümin aynı delikten, aynı yılana ikinci kez ısırılmaz.” O kadar açık. Bir defa yanlış yaparsınız ders çıkarttığınız takdirde ikinci defa aynı yanlışı tekrarlamazsınız ama biz kendi özeleştiri süreçlerimizi sağlıklı işletmediğimiz zaman bir sürü sorunlarla karşı karşıyayız.
O zaman ne yapmak gerekiyor?
Onun için konuşmama başlarken dedim ki gelin hep birlikte düşünmeye çalışalım. Bazı hususları birlikte anlamaya çalışalım. Genelde konferans denildiği zaman yapılan iş nedir? Birileri gelir burada konuşur siz de dinlersiniz. Bir süre sonra unutur gidersiniz. Önemli bir kısmı kapıdan dışarı çıkıncaya kadar zihninizde kalır. Geride kalanların bir kısmı birkaç saat içerisinde, diğer zihninizde kalanlar da 3-5 gün içinde kaybolup gider. Ama mesele bu değil. Eğer birlikte düşünecek olursak o zaman bu bizi çok sağlıklı öz eleştiri süreçlerinin içine taşır. Öz eleştiri yapabildiğimiz zaman ise hem hatalarımızdan ders alırız hem de olumlu, güzel yönlerimizi daha ileriye taşıyabiliriz. Biliyor musunuz? Aslında medeniyetin kökünde yatan budur. Her şeyi daha iyi yapmak, her gün bir adım ileri gidebilmek. Hz. Peygamberimizin ifadesiyle “iki günü birbirine uyan ziyandadır.” Öyle ise eğer bizim Müslümanlık gibi bir iddiamız varsa o zaman iki günümüz birbirine uymayacak bırakın bir sonraki günü, bir önceki günden daha geri olmasını, bizim bir sonraki günümüz bir önceki günden daha iyi olacak. Ondan önceki günden birkaç kat daha iyi olacak. Müslüman kafa böyle işlemek zorundadır. Meseleye buradan baktığınızda hemen birkaç önemli hususa dikkat çekmek istiyorum. Mesela ‘medeniyet’ diyoruz.
Medeniyetin omurgasında ne var?
Medeniyetin omurgasında insanın üretmesi var. Medeniyet kelime olarak, Medine, şehir aynı kökten gelir. Hz. Muhammed(AS) Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman “Yesrib” olan oranın adını Medine’ye dönüştürmüştür. Dikkat ederseniz Kur’an’ın ilk emri oku (1) اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ (2)خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ (3) اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ (4) الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ (Alak 96/1-4). Aslında bu ayetlerde bunun peygambere inen ilk vahiy olduğunu hemen pek çoğumuz biliriz. Ama buradaki Oku’nun ne anlama geldiğini çoğu zaman hiç düşünmeyiz. Okumak, aslında medeniyetin çekirdeğinde okumak vardır. Medeniyetin çekirdeğinde bilgi vardır. Buradaki oku, Hz. Peygambere yönelik bir hitap… Oku اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ (Alak 96/1). Seni yaratan rabbinin adıyla oku. Peki, peygamberimiz ne okuyacak. Elinde okuyabileceği bir metin var mı? Yoksa o zaman okumak daha farklı bir anlama gelir. Buradaki okumanın anlamı ne? Buradaki okumak hayatı okumaktır. Buradaki okumak insanı okumaktır. Buradaki okumak evreni okumaktır. Burada ki okumak anlamaktır. İnsanı anlamak, hayatı anlamak, evreni anlamak… Buradaki okumak düşünmektir. Tefekkürdür… Buradaki okumak fikir üretmektir. Buradaki okumak değer üretmektir. İşte medeniyetin kökünde yatan, İslam medeniyetinin kökünde yatan okumak dediğimiz hadisedir. Ama acı gerçeği söyleyeyim mi? İslam dünyasına baktığın zaman okuma-yazma oranından artık söz etmiyorum. Günümüz koşullarında okuma yazma oranı çok ilkel bir ifade kalıyor. En az okuyan toplumların Müslümanlar olduğunu görüyoruz. Bu acı değil mi? Elinizi vicdanınıza koyun söyleyin bu acı değil mi? Üstelik Kur’an’ın “oku” emrine rağmen en az okuyan toplumların Müslümanlar olması içinde yaşadığımız sefaletin bence çok açık kanıtlarından birisidir.
İnsanlık tarihin de devam edelim. Bakın İslam medeniyeti diyoruz bundan sonra akış içerisinde iki önemli şeyi dile getireceğim. Gerçekten de geçmişte Müslümanlar muazzam bir medeniyet meydana getirdiler. Ama biz bugün bu medeniyeti anlamaktan aciziz. Eğer içinde bulunduğumuz açmazları çözümlemek istiyorsak, yapacağımız iş önce Müslümanların meydana getirdikleri bu medeniyeti anlamaktır. İşte bu medeniyetin kökünde yatan ana unsurlardan birisinin okumak olduğunu söyledim ama daha ilerisi var. Bu medeniyet nasıl ortaya çıktı? Bu medeniyetin akış içerisindeki önemli merhalelerini söyleyeceğim ama köklerini bir anlayalım. İslam medeniyetinin köklerini ondan sonra tezahürlerini söyleyeceğim. Arkasından size diyeceğim ki eğer Müslümanların meydana getirdikleri muazzam medeniyet olmasaydı bugünkü batı medeniyetinden söz etmek mümkün olmayacaktı. Size bu süreçleri anlatacağım. O süreçteki Endülüs tecrübesi çıkacak karşımıza ve size diyeceğim ki Endülüs’te Müslümanların meydana getirdikleri medeniyeti anlamak istiyorsanız bin yüzlü yıllarda (Osmanlı kurulmadan bir asır önce, iki asır önce) Endülüs’te sadece iki âlimin kütüphanesinde birinde dört yüz bin cilt, birinde altı yüz bin cilt kitap olduğunu söyleyeceğim. Evet, matbaa falan yok yani eğer İslam medeniyetini anlayacaksanız buyurun! Rakamları tahayyül edebiliyor musunuz? Bir âlimin o zaman ki koşullarda kütüphanesinde dört yüz bin cilt kitap var. Eh benim kendi kişisel kütüphanem fena sayılmaz. Bazen diyorum epey kitabım var. Sonra bakıyorum benim kütüphanem 15-16 bin cilt kitaba sahip. İyi de 400 bin cilt kitap nerede 15-16 bin cilt kitap nerede… Üstelik günümüz koşullarında yani düşünebiliyor musunuz? O zaman ki kitaplar hep yazmaydı. Bunu anlatacağım size önce bu medeniyetin köklerini birazcık anlamaya çalışalım. Ondan sonra bunu anlamak daha kolay olacak. İkra diye başladık oku diye başladık. Şimdi bunun bir ileri hamlesini gerçekleştirelim. Ne okuyacağız? Her şeyi. Okumak anlamaktır. Anlamak akılla olur. Anlamak bilgiyle olur. Peki, Kur’an’ın bu konudaki duruşu nedir? Madem İslam medeniyetinden söz ediyoruz. Bu medeniyetin köklerini anlayacağız. Kuran’ın bu konudaki duruşu ne? هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُون وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ (Zümer 39/9). Bakın insanlık tarihinde bu son derece ilginç bir başlangıçtır. Kur’an’ın dışında bilgiyi böylesine yücelten ikinci bir kitap bulamazsınız. Diyor ki yüce Kuran “De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” elbette olmaz. Çok ilginçtir! Biliyor musunuz? Kur’an Allah’ın varlığının şahitlerinden birisinin de âlimler olduğunu söylüyor. Bugün bizim Müslümanların aklının ermediği yerlerden birisi. Evet, son derece dikkat çekicidir.
İşte bilgi değerdir.
Kuran’ın insanlara armağan ettiği en temel unsurlardan birisi bilgidir. Bildiğiniz kadar İslam’ı yaşayabilirsiniz. Bildiğiniz kadar İslam’ı anlayabilirsiniz. Bildiğiniz kadar insan olursunuz. Hani demiştim ya Kur’an oku diyor. Neyi okuyacağız? Hayatı, insanı… İnsanı anlamak istiyorsanız insanı bildiğiniz kadar anlarsınız. Peki, biz bugün bir sürü şey biliyoruz. Pek çok konularda çok fazla bilgimiz var. Ama insan beynini, Allah’ın insana lütfettiği bu beynin sırlarını bu beynin özelliklerini ne kadar anlayabildik? Ne kadar çözebildik? Emin olun daha insan kendi beyninin nasıl işlediği konusunda o kadar az bilgiye sahip ki. Bakın insan halen daha yeterince kendi beynini anlayabilmiş değil. Devam edelim, bilgi değerdir. O zaman bilginin konusu nedir? Bilginin konusu her şey ve buradan çıkan en mühim adım Kur’an’ın bu konuda uyarıları. Bize diyor ki “sakın zanla hareket etmeyin.” O zaman bilgi zan değil. Ben böyle zannediyorum meselesi bilgi değil. Peki, bilgi nedir? Burada bilgi verilere dayalı bilgidir. Bilgi kanıtlanabilir bilgidir. Bilgi savunulabilir bilgidir. Rastgele bilgi değil. Kur’an bizden bunu istiyor ve arkasından diyor ki belge, hangi konuda olursa olsun belgeye dayalı düşünebilmek. İşte Kur’an’ın insanlığa armağan ettiği en mühim hususlardan birisi belgeye dayalı düşünebilmek belgeye dayalı konuşabilmektir. Hemen arkasından zanla hareket etmeyeceksiniz. Bilgiye, belgeye dayalı düşüneceksiniz. Bilgi üreteceksiniz. Burada çok ilginç bir güzellik var. Rastgele bilgilerle bilgi üretilmez. Bilginizin kaynaklarını bilmek durumundasınız. Her hangi bir konuda bilgi üretebilmek için, söz gelimi takvim yaprağının arkasında bir hadisle karşılaştınız, yapacağınız iş ilk önce bu hadisin kaynaklarına bakmak, bir ileri hamle hangi kitapta yer alıyor ondan sonrası eğer kitapta yer alıyorsa Peygamberimiz bunu niçin söylemiş. Bakın kademe kademe bunları düşünmek zorundasınız ve aklınıza yatmıyorsa soru işareti koyacaksınız. Devam edelim anlamaya… Peki, oku emrinin içerisinde bir başka gerçeklik var. Düşünmek, düşünmeksizin okumak mümkün müdür? İşte Kur’an’ın insanlığa armağan ettiği ikinci ilke düşünmek, Hz. Peygamber’in ifadesiyle ibadettir.
Düşünmenin önünde, akletmenin önünde hiç bir engel yoktur.
Bu da Kur’an’ın bize kazandırdığı ikinci umumi ilke. Ne demek bu biliyor musunuz? Müslüman insan düşünebildiği kadar Müslüman olur. Düşünebildiği kadar anlar. Düşünebildiği kadar değer üretebilir. Bilginin önünde bilgilerin önünde engel yok. Çünkü bilgiye, öğrenmeye açık olmak durumundayız. Daha ötesi bunu daha ileri taşımak durumundayız. Eğer konuşacaksak sağlıklı bilgilere dayalı düşünmek ve konuşmak durumundayız. Düşünmenin önünde engel yok dedik. Düşünmenin önünde engel olmamasının birkaç anlamını sizinle paylaşayım. Kur’an açıkça diyor ki, mesela أَفَلَا يَنظُرُونَ إِلَى الْإِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ (Gaşiye 88/17). Devenin nasıl yaratıldığına bakmaz mısınız? Diyor ki Kur’an kafanızı kaldırıp gökyüzüne bakmaz mısınız? Bu gökyüzü nasıl yükseltildi? Direksiz nasıl duruyor? Diyor ki Kur’an gidip tarihi kalıntılar hiç merak etmiyor musunuz? Bir araştırın bakalım yaratma nasıl başlamış? Eski topluluklar neler yaşamışlar? Eski toplulukların tecrübeleri neler? Şu söylediğim üç cümleden çıkan bilim dallarını söyleyeyim. Astronomi, gökyüzü ile ilgili olup biten… İşte yıldızların evrendeki her şeyin kendi yörüngesinde yürümesi ve Kur’an bundan 1400 sene önce bir takım gezegenlerin hareketlerinden söz ediyor. Kur’an bundan 1400 sene önce evrenin genişlediğinden söz ediyor. Bu azımsanacak bir hadise değil. Biz evrenin genişlediğini bilimsel olarak daha yeni yeni anlayabiliyoruz. Meseleleri biraz daha ileri taşıyalım. Karşımıza bakın ne çıktı? Astronomi. Karşımıza ne çıktı? Eski kalıntıları aramak, incelemek, araştırmak orda da karşımıza tarih bilimi çıktı. Başka, deve nasıl yaratıldı? Biyoloji çıktı karşımıza… İşte Müslümanlar Kur’an’ın bu uyarıları doğrultusunda daha pek çok alanda deney, gözlem vb. faaliyetlerin içerisine girdiler ve bilim alanında devasa birikim meydana getirdiler. Aslında oku ayetinin açılımı bakın bilim alanında Müslümanları nereye taşıdı. Bakın ne çıktı sonunda? Koskoca isimler, mesela İbn-i Sina… Kim İbn-i Sina biliyor musunuz? El-Kanun fi’t-Tıb isimli eseri 18. asra kadar batı dünyasındaki Tıp Fakültelerinde ders kitabı olarak okutulan bir Türk, bir Müslüman İbn-i Sina… Öyle bir adam işte! Farabi çıktı. Kim Farabi? Farabi, bu milletin yetiştirdiği en güzide isimlerden birisi ve felsefe dünyasında Aristo’dan sonra adı Muallim-i Sânî/İkinci Muallim olarak bilinir. Felsefede dünya iki büyük kafa yetiştirdiyse biri Aristo ise ikincisi Farabi’dir.
Ama biz bugün İbn-i Sina’yı ne kadar biliyoruz? Hiç!
Farabi’yi ne kadar biliyoruz? Hiç!
Onlar bizim köklerimiz bu millet yetiştirdi bunları. Başka, pek çoğumuzun zihninde Maturidi var. Yani burada doğrusunu isterseniz Maturidi-Yesevi Otağı dün sohbetimizde “çoban ateşi” demiştik. Pırıl pırıl parlayan çoban ateşi, doğrusunu isterseniz burada böyle bir otağın kurulması böyle bir faaliyetin kurulması heyecan veriyor. Çünkü eğer İslam medeniyetinden söz edecekseniz, bu medeniyetin en kurucu isimlerinden bir tanesi İmamı Maturidi dir. Eğer bugün eğer Müslümanlar çıkış yolu arayacaklarsa; İmam Maturidi’nin bir tek cümlesini hatırlatayım size diyor ki “diyanet ayrıdır siyaset ayrıdır.” Biliyor musunuz?
İslam dünyasının baş belası din ve siyasetin özdeşleşmesidir.
İslam dünyasındaki çatışmaların çoğunun sebebi budur. Biz o çatışmaları Türkiye’ye de taşıdık. Niye taşıdık biliyor musunuz? Bizim o Hanefi-Maturidi gelenekten gelen ahlak temelli din anlayışımız vardı. Bu din anlayışı toplumu bütünleştiriyordu, birleştiriyordu ve o ahlak temelli din anlayışı yerini çok farklı şeylere terk etti. Sebep? Arap ülkelerinde üretilen, sömürge ortamlarında üretilen Mevdudi’nin, Hasan El Benna’nın, Muhammed Kutub’un, Seyit Kutub’un ve benzerlerinin kitapları Türkçe ’ye tercüme edildi. Türkiye’deki din anlanının bilgi boşluğu bunlarla dolduruldu. Şu anda din anlayışında bir takım açmazların içine sürüklendiysek sebeplerinden birisi ithal fikirlerdir. Bunların hepsi aynı fikirler değildir. Bunlar sömürge ortamlarında üretilmişti. Türkiye’deki boşluk bunlarla dolduruldu. Bu yüzden birtakım sıkıntılar bu yüzden bir takım açmazlarla karşı karşıyayız. Bu yüzden diyorum ki gelin İmam Maturidi’yi gerçekten yeniden anlamaya çalışalım. Çünkü bu milletin yetiştirdiği en büyük değerlerden, en büyük kafalardan birisi. Ve çıkış yolu arayacaksak… Madem İmam Maturidi bu millete geçmişte ışık tuttu. Mademki onun ilkeleri, onun duruşu, onun algısı, medeniyette kurucu unsur haline geldi. O zaman biz bugün niye İmam Maturidi’nin bu özelliklerinden yararlanmayalım ki. Ama bunu yapabilmenin yolu nedir?
Bunu yapabilmenin yolu emek harcayıp önce İmam Maturidi’yi anlamaktır.
Anlamaksızın bir şey olmaz ki. İşte yani oku emrinin bilgi boyutu, düşünce boyutu ve karşımıza çıkan devasa isimler geçmişte bunlar çıktı ortaya o zaman bugün eğer biz bunları daha iyi anlayabilirsek zannediyorum gelecekle alakalı daha sağlıklı düşünebilme imkânına sahip olacağız.
Şimdi üçüncü boyuta geçiyorum, oku emrini aslında belki de en başa almak gerekiyordu ama en zor olan kısım bu. O yüzden üçüncü sıraya bıraktım. Oku emrinin özünde insanın kendi varlığının farkında olması yatar. Evet, bu cümlenin altını çizmenizi istiyorum. Çünkü zor olan kısım burası yani bilgi kolay, iyi kötü bilginin ne olduğunu biliyoruz. Düşünmek her ne kadar bilgiye belgeye dayalı düşünmesek de hepimiz istemesek de zaten düşünüyoruz. Ama bu düşünmenin verimli olabilmesi için bu düşüncenin bilinçli olması, bilgiye dayalı olması gerekiyor. Ama en zor olan insanın kendi varlığının farkında olmasıdır. İşte Oku emrinin odağında yatan budur. Şimdi size bir ayet hatırlatayım. Haşr suresinde diyor ki “Allah’ı unutanlara Allah da kendilerini kendilerine unutturur.” Bence bunun üzerine biraz düşünmemiz lazım. Biliyor musunuz? Allah’ı unutanlara Allah da kendilerini kendilerine unutturur.
Aslında oku emrinin özünde insanın kendi varlığının farkında olması yatar. Biliyor musunuz? Tüm ibadetler namaz, oruç, hac, zekât bunların tamamının özünde insanın kendi varlığının farkında olması yatar.
İnsanoğlu tuhaf bir varlık! İnsan kendi dışındaki her şeyle daha çok ilgileniyor. Yıldızlar daha çok ilgimizi çekiyor. Fizik, tabiat daha çok ilgimizi çekiyor ama bunlarla uğraşırken çoğu zaman kendimizi unutuyoruz. İşte aslında dinin bize kazandıracağı en büyük avantaj insanın kendi varlığının farkında olmasıdır. Oku emrinin muhatabı, kim okuyacak? Ben okuyacağım. Peki, ben kendi varlığımın farkında değilsem nasıl okuyacağım ki! İşte o zaman odaklandığımız nokta, üçüncü sıraya bıraktığım nokta burasıdır. İnsanın kendi varlığının farkında olması… Peki, bu nasıl olacak? Diyeceksiniz ki “ya hepimiz kendi varlığımızın farkında değil miyiz?” Bende size diyeceğim ki dünyanın en zor işi insanın kendisini anlamasıdır. Çünkü insan kendisinin dışındaki şeyleri daha kolay anlayabiliyor. Belki de bu yüzden eski İslam uleması demiş ki “Kendini bilen Rabbini bilir.” İşte işin zorluğu burada olmalı… Peki, İslam bu konuda bize ne söylüyor? Medeniyeti anlayacaksak, kritik yeri tamda burasıdır. İslam’ın istediği insan nasıl bir insan? Şimdi bakın bir kaç önemli noktayı öne çıkartıyorum. Herkesin anlayabileceği tarzda söylemek istiyorum. Kur’an bize diyor ki “insan ahsen-i takvim üzerine yaratıldı.” ‘Ahsen-i takvim’ ne demek? Biliyor musunuz? En güzel şekilde yaratıldı. Peki, Kur’an bize başka ne söylüyor? “İnsan topraktan yaratıldı” diyor. Evet, medeniyetle irtibatlı bir cümle hatta iki cümle… Bir, toprağı tanımayan insanı anlayamaz. İki, bugünkü modern batı medeniyetinin insana yaptığı en büyük kötülük insanın topraktan uzaklaştırılmasıdır. O zaman niçin yeni bir uygarlık sorusunun cevaplarından birisi bu işte… Çünkü insan fıtratından uzaklaştı açmazlar bu kadar fazla… İnsan topraktan uzaklaştı. Öyleyse fıtratı merkeze alan yeni bir medeniyete ihtiyaç var. Hadise bu, yani insanı yeniden toprakla buluşturacak yeniden toprağı tanıyacak fıtratı tanıyacak bir yaklaşıma ihtiyaç var. Bunlar bakın özü itibariyle insanı anlamakla alakalı süreçler… Kur’an bunu söylüyor. Başka, Kur’an diyor ki “Allah insana ruhundan üfledi.” Bu ne demek biliyor musunuz? Allah en güzel şekilde yarattığı insanı diğer varlıklardan farklı bir takım yetilerle donattı. Bu yeti nedir? Düşünebilme yetisi, bu nedir? Kelime ve kavram üretebilme yetisi, nedir bu biliyor musunuz? Daha ileri noktada yüce yaratıcı sadece ve sadece insana beşeri planda bir yaratıcılık yetisi vermiştir. Şimdi bazılarınız diyecek ki insan için yaratma kavramı kullanılır mı bende size diyeceğim ki Arapçada yaratma kavramı insan için de kullanılır. O yüzden de Cenabı Hak sadece insana bazı yaratıcı yetiler vermiştir. Peki, bu yaratıcı yeti dediğimiz şey nedir? Diğer varlıkların herhangi birisi kelime ve kavram üretebilir mi? Hayır! Diğer varlıkların herhangi birisi kültür üretebilir mi? Hayır! Bakın bunlar insani özelliklerdir. Mesela bir maymunun önüne bilgisayar klavyesini koysanız maymuna tuşlara dokunmayı da öğretseniz maymun saatlerce tuşlara bassa sizde basılanları çıktı alsanız bir tane doğru cümle çıkabilir mi? Hayır! Tesadüfen tuşlara basmakla doğru cümle çıkmaz. Doğru cümlenin o tuşlardan çıkabilmesi için sizin önce kelimelerle düşünmenin ne anlama geldiğini bilmeniz gerekir. İşte mesele burada bakın bu söylediğimin Kur’an’daki karşılığı ne diyor ki bu meşhur وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء (Bakara 2/31). Allah Âdem’e isimleri öğretti. İsimleri öğrenmek, isimlendirmeyi öğrenmektir. İsimleri öğrenmek, soyut düşünebilmektir. Aslında meleklerin insana secde etmesinin sebebi, insanın kelime ve kavramları düşünmeye başlamasıdır. İnsanlık kelime ve kavramları öğrenmekle birlikte başladı. İşte bizim günümüz Müslümanının unuttuğu yerlerden birisi tam da burasıdır. İnsanın kendi varlığının farkında olması dediğimiz şey bakın bizi nereye taşıdı. Başka… Kur’an’ın insanlığa saf sunduğu yeni insan anlayışı her şeyden önce bugün yine en çok ihtiyaç duyduğumuz bir husus olarak karşımıza özgürlük olarak çıkıyor. Kur’an, herhangi bir sınıf, herhangi bir grup, herhangi bir fark gözetmeksizin diyor ki “biz insanı en güzel şekilde yarattık. İnsan halifedir. Biz insana isimlendirme yetisi verdik. İsimleri öğrettik. Bakın herhangi bir ayrım yapmıyor. Kur’an ne söylüyor? Çok enteresan bir ifade var. إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ (Hucurat 49/13). Size evrensel ölçekte bir ilke “sizin Allah katında en hayırlınız en müttakî olanınızdır.” Takva nedir? Genelde biz takvayı biraz Allah korkusu olarak algılarız. Hayır!
Takva Allah’a yönelik üst seviyede sorumluluk bilincidir.
Yani bu öyle bir şey ki Cenabı Hakk’ın hoşlanmayacağı davranışlardan uzak durmak o sorumluluk bilinci takvanın odağında olur. Peki, şimdi soralım kendimize, acaba bilgi olmadan takva olur mu? Olmaz. Bakın geldik yine bilgiye peki düşünme olmadan takva olur mu? Sorumluluk bilinci olmadan takva olur mu? Olmaz.
Şu ana kadar anlattıklarım, özetlemeye çalıştığım hususlar bakın bizi nereye götürdü. Müslümanlar bu muazzam medeniyeti kurdular. Bu medeniyet tesadüfen kurulmadı. Dünyanın en akıllı insanı da olsanız çalışmazsanız hiçbir şey yapamazsınız. Başarının temelinde çalışmak yatar. Hatta bazı başarılı insanlar derler ki başarının olsa olsa yüzde onu dehadır yüzde doksanı çalışmaktır. Kur’an’ın istediği insanın özelliği ne o zaman? Çalışan, üreten insan… Ne diyor Kur’an biliyor musunuz? وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى (Necm Suresi 53/39). Alın size evrensel bir ilke daha… Bu hem dünyada geçerli hem ahirette geçerli. İnsan için ancak çalıştığının hak ettiğinin karşılığı var. Yani cennete gitmek gibi bir niyetiniz var mı? Hiç kuşkusuz var. O zaman ne yapacaksınız? Hak edeceksiniz. Nasıl hak edeceksiniz? Başka yol var mı? Varsa bana da söyleyin ama Kur’an bunu söylemiyor yani peki cennete toplu rezervasyon mümkün mü? Hadi bakayım ne dersiniz cennete toplu rezervasyon mümkün mü? Benim mezhebim, benim cemaatim, benim tarikatım sizi kurtaracak! Var mı öyle bir şey vallahi Kur’an’a uymuyor kusura bakmayın. Kur’an diyor ki “kimse kimsenin günahını çekemez.” Ne demek bu sorumluluk bireyseldir. Kur’an diyor ki dileyen inanır dileyen iman eder. Ne demek bu toplu halde inanamazsınız. Hür iradenizle kendiniz inanırsınız. Bir başkası sizin adınıza inanamaz. Başka ne diyor Kur’an “insan için ancak çalıştığının hak ettiğinin karşılığı vardır.” Farkında mısınız Kur’an’ın insan anlayışı çıktı ortaya… O zaman şimdi şöyle bir soruyu sorabilirim. وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ (Zariyat Suresi 51/56). Diyor Kur’an “ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Peki, buradaki ibadet ne o zaman buradaki ibadet namaz kılmak, oruç tutmak mı sadece bütününü göze aldığımızda ortaya çok enteresan bir şey çıkıyor. Biliyor musunuz?
Ubudiyet aslında üretmektir. Bunun Kur’an dilindeki adı ne? Salih amel
Şimdi peki şöyle bir soru sorayım. O zaman, mesele daha kolay anlaşılsın. Kur’an namazdan sonra en çok zekât üzerinde durur. Zekât farzdır aksini düşünen var mı? Yok! Peki, zekâtın farz olmasının amacı ne? Şu anlattıklarımdan sonra sosyal adaleti nasıl sağlayacaksınız yani üretmezseniz yani mesele çok karmaşık değil dikkat edin çok zor bir şey anlatmıyorum size çok basit bir şey anlatıyorum. Cenabı Hak diyor ki “zekâtını ver.” Biz ne anlıyoruz buradan efendim ben dinen zengin değilim ki zekât vereyim ya da diyor ki dinen zenginim şu kadar düşer şu kadar veririm. İyide zekât vermenin üzerinde ısrarla duruluyorsa bunun anlamı ne? Bunun anlamı Müslümansan zekât verecek kadar üretmek mecburiyetindesin var mı ötesi! Bu işte mesele yani karmaşık mı? Efendim aklınız başınızda demi! Ne dedim ben Hz. Peygamberin hadisini bir daha mı hatırlatayım. Müslüman bir yılana aynı delikte iki kere ısırılmaz ama siz zehire bağışıklık kazandıysanız ben ne yapayım. Tablo bu… Meseleleri biraz kolay anlayacağız yani, aslında bakın bilim çok karmaşık gözükür. Kusura bakmayın bilim karmaşık değil bütün karmaşıklık insanın kafasında, biz karmaşıklaştırıyoruz. Her şey o kadar açık seçik ki ama aklı kullanmazsak o zaman ne yapacaksınız? Elbette her şey karmaşık hale gelecek ama bilgiye dayalı hareket ederseniz hiçbir şey karmaşık olmuyor, her şey çok daha kolay. Sorun nerede o zaman? Kusura bakmayın sorun bizde hiç uzaklara gitmeyin hiçbir şey aramayın… Yani, aslında konuşmamın sonunda söyleyecektim ama beni tahrik ettiniz başta söyleyeyim bari tam ortasında! Eğer Müslümanların bir buçuk milyar Müslüman niye perişan bir vaziyette diye kendinize soruyorsanız size bir tek ayeti hatırlatayım. Kur’an diyor ki “yeryüzündeki canlıların en kötüsü en aşağılığı en zavallısı aklını kullanmayanlardır.” Meseleyi anladınız mı? Daha sert bir ayet daha var isterseniz onu da hatırlatayım. O da Yunus suresinin 100. ayeti diyor ki “aklını kullanmayanların üstüne pislik yağar pislik içinde debelenip dururlar.” Buyurun gördünüz mü meseleyi bakın çok karmaşık değil bizim derdimiz bu işte, sıkıntının kaynağı bu…
Müslümanlar akıllarını kullandıkları sürece neler yaptılar?
İsterseniz biraz onlardan söz edeyim moralimizi düzeltelim. Çünkü böyle gidersek bir süre sonra içimiz kararmaya başlayacak ama biraz moralimizi düzeltelim. İmam Maturidi’den söz ettim. İslam dünyasında 1100 sene önce İmam Maturidi ne diyor biliyor musunuz? “Allah vahiy göndermemiş olsaydı bile insan aklıyla Allah’ı bulabilirdi.” Buyurun her insan bir Hz İbrahim… Hz. İbrahim Allah’ı bulduğunda peygamber değildi biliyor musunuz? Bizim gibi sıradan normal bir insandı. Bu kadar işte! Hz. Peygamber, peygamber olmadan önce Allah’ın var olduğunu biliyordu. Nasıl biliyordu aklıyla biliyordu. Başka, o kadar çok örneği var ki bunun, bakın Kur’an’a göre Allah’ın affetmeyeceği bir tek günah vardır. Allah’a eş koşmak, şirk koşmak sebebi ne biliyor musunuz? Çünkü her insan aklıyla Allah’ı bulacak şekilde yaratılmıştır. Eğer bir insan Allah’ı bulacak şekilde yaratıldıysa doğruyu görecek şekilde yaratıldıysa ve Allah’ı inkâr ediyorsa bunun bir tek gerekçesi olabilir. Kur’an onu da söylüyor insanın gurur, kibir, menfaat ve bir takım açmazlar. İşte hadise bu! Yani kısaca şunu söylemek gerekiyor; aklı kullanmamanın mazereti yok. O zaman bu söylediğimi Hz. Peygamberin bir hadisiyle burayı noktalayalım. Hz. Peygamber diyor ki لا عِبَا دَ ةَ كَا لتَّفَكُّرِ (Kaynak) düşünmek gibi tefekkür gibi aklı etkin kullanmak gibi ibadet olmaz. En büyük ibadet aklı etkin kullanabilmektir. Mesele bu işte!
Şimdi biraz gönül dünyamızı azıcık rahatlatalım. Neler var, İslam dünyası neler yetiştirdi? Bakın konuşmamın başında bir cümle kurdum. O içi dolu bir cümleydi. Dedim ki size eğer Müslümanların birikimi olmasaydı bugünkü batı medeniyeti olmazdı. Örnekleri neler aslında Farabi’den, İbn-i Sina’dan söz ettim tabi bunları hakikaten biraz okumak gerekiyor. Biraz daha gözle görülür olanlardan söz edeyim. Şimdi batı dünyası matematik ve coğrafyayı 19. asırda keşfetti. Ama biliyor musunuz batı dünyası matematik coğrafyayı keşfetmesinden 1100-1200 sene önce Müslümanlar matematik ve coğrafyayı biliyorlardı. Biliyor musunuz? Elimizde Halife Meʾmûn döneminde yapılan dünya haritaları var. Biz hep dünya dönüyor dediğimiz zaman kimi hatırlarız, kim söyledi dünya dönüyor diye. Galileo Galilei ne zaman söyledi 1500-1600 yıllarda… İyide Müslümanlar onlardan 800 sene önce dünyanın yuvarlak olduğunu, döndüğünü biliyorlardı. Bu basit bir şey mi? Abbasiler devrinde Halife Meʾmûn döneminde yapılan dünya haritaları var. Bugün uzaydan yapılan gözlemlenen o uydu fotoğraflarıyla yapılan haritalarla karşılaştırıyorsunuz, çoğunda milimetrik sapmalar bile yok. Biliyor musunuz? Peki, Müslümanlar bunu nasıl yaptı? Buyurun matematik, coğrafyayı bilmişler. Bugün mesela cebir, geometri, kimya vb. alanlarda kullanılan terminolojiye bakın sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant vb. şeyler kimya alanındaki bir sürü kavramlar Müslümanların ürettiği kavramlardır ama biz bunları bilmiyoruz ki Fizik alanında mesela bir bilim tarihçisi arkadaşımın tespitiydi. Diyor ki optik üzerinde muazzam çalışmalar yapmış İbn-i Heysem’in yaptığı bir yanlış vardı. Batılı bilim adamları optik alanında İbni Heysem’in yaptığı yanlışını 19. asra kadar aynen tekrarladılar. Evet, son derece ilginç bir şey dolayısıyla sıkıntılar bakın neler çıkıyor karşımıza…
Mesela biliyorsunuz bugün Romalılardan söz ediliyor. Biliyorsunuz İslam dünyasında ilk robotu yapan âlimlerden birisi El Cezeri dir. Daha başka pek çok alanda yani bütün bu keşifler işte Kur’an’ın daha konuşmama başlarken size söylemiştim اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ (Alak 96/1). Emri var ya bunu iyi anlayan Müslüman hayatın tüm alanlarında doğru bilginin peşinde olmuştur. Gerçeklerin peşinde olmuştur. Bunun için Müslümanlar gerçekten olağanüstü çaba sarf etmişlerdir. Mesela bu konuda biraz bende verilere dayalı konuşayım. Merak eden arkadaşlara TÜBA Yayınları olarak İslam’da Bilim ve Teknik adında Fuat Sezgin’in 5 ciltlik kitabı vardır. Açın bakın bir İslam’da bilim ve teknik diye. Müslümanların neler ürettiklerini görme imkânına sahip olacaksınız. Peki, gerçekten de bu bilgiler batıya nasıl ulaştı? Hatta size başka bir kitap daha önerebilirim. Şu anda baskısı var mı bilmiyorum. Mesela Sigrut Hunke diye bir alman kadının çok eskiden basılı baskısı var sonra tekrar basıldığını gördüm Avrupa üzerine doğan ‘İslam güneşi’ diye enteresan bir kitabı vardır. Bakın Montgomery Watt’ın bu konuda başka bir kitabı vardır. Bunları yazanlar batılılar işin kötüsü de bu ya! Bu meseleleri yazanların çoğu batılı yani biz kendi kültürümüzün batı düşüncesini nasıl etkilediğini kimden öğreniyoruz? Batılılardan öğreniyoruz. Utanılacak bir şey değil mi? Hâlbuki bu konularda onlarca doktora tezi yüzlerce yüksek lisans tezi yapılmış olmalıydı. Şimdi bu bilgiler batıya nasıl ulaştı? Biraz bundan konuşalım. Değerli dostlar gerçekten de Türk-İslam bölgesinde başlayan daha sonra Şam, Kahire, Endülüs, Kurtuba benzeri yoldan İstanbul’a ulaşan dönem, muazzam bir Müslüman medeniyeti var. Şimdi kendi yaşadığım bir şeyi söyleyeceğim. Zannediyorum belki içinizde de vardır. Fırsatını bulursanız gitmenizi öneririm. Endülüs tuhaf bir yer, bugünkü İspanya’nın hala Kurtuba adını kullanan bir bölgesi, hep merak edip duruyordum fırsatını buldum gittim. Kurtuba Camiinden söz edeceğim size daha Kurtuba Camii’n köprüden geçiyorsunuz karşınızda ana girişlerden birisi ve karşınızda bir sahne, kabartma yapmışlar tam da portala giriş kısmına, Müslümanların yaptığı o giriş kısmına onlar oraya ilaveler yapmışlar. Bir kabartma yapmışlar, kabartmada gördüğünüz resim şu, bir İspanyol askeri bir Müslümanı öldürmüş kellesini kesmiş almış eline üzerine oturmuş sizi karşılıyor. Zaten orda moraliniz yeterince bozuluyor. Biraz ileri gidiyorsunuz Kurtuba Camii o dünyada meşhur camilerden birisidir orası at nalı kemeriyle ünlü bir camiidir. Kurtuba Camii içine giriyorsunuz ortasında bir katedral yani kilise camii o kadar büyük ki onun içine diğer kısımları yıkmadan ama tam orta kısmına kocaman bir kilise yapmışlar. Böyle bir tabloyu görünce ne hissedersiniz? O Kurtuba camii ki İbn-i Arabi gibi o Kurtuba camii ki Kurtubi gibi o camii ki İbn-i Meymun gibi, İbn-i Meymun, Yahudi filozofudur o cami de yetişmiş bunları biliyor musunuz? O camii aynı zamanda medreseydi. Oranın özelliği ne? İspanya’da bugün bile kullanılan Vandal tarihi var ya… Vandal/Vandalizm, İspanya’ya Müslümanlar ayak basmadan önce orda Vandallar var. Vandallar İspanya’da Yahudi ve Hristiyanları öyle perişan etmişler ki Müslümanlar Kuzey Afrika’ya gelince oradaki Yahudi ve Hristiyanlar Müslümanlara diyorlar ki, yahu gelin bizi şu Vandallardan kurtarın ve Müslümanlar İspanya’ya böyle ayak basıyor. İşte Tarık bin Ziyad hikâyesi böyle başlıyor. Ondan sonra İspanya gerçekten de tam bir kültür ve medeniyet merkezi oluyor. Odağında ne var biliyor musunuz? Özgürlük yani orada kelimenin tam anlamıyla özgürlüğün ön planda olduğu bir medeniyet inşa ediliyor. Zaten biraz sonra buna dikkat çekmek istiyorum.
Eğer bir yerde medeniyetten söz edecekseniz orada özgürlüğün bütün boyutlarıyla yaşanması gerekir. Özgürlüğün olmadığı bir yerde ne medeniyet olur ne İslam olur.
Endülüs’te ne oluyor? Endülüs’te birlikte yaşama kültürü ve biraz önce dikkat çektiğim Endülüs’ü kültür merkezi haline dönüştürüyor. İslam dünyasının hemen her tarafında yeni bir kitap yazıldıysa Endülüs’teki zenginlerin haberi oluyor ya da bir takım adamlarını gönderiyorlar. İslam dünyasının muhtelif yerlerine gidiyorlar çarşı pazar dolaşıyorlar kaliteli bir kitap gördüklerinde bastırıyorlar parayı satın alıyorlar ya da bir âlime haber gönderiliyor kitabınızı yazdığınız zaman bitince diyor Endülüs’e gönderin. Kitap Endülüs’e gelir gelmez büyük miktarlarda para o âlime ulaşıyor. İşte böyle bir şey var. Ne çıktı karşımıza, iki şey, bir özgürlük, özgürlük adalet olmadan olmaz. İki, takdir yani şu cümleyi, bunu sonuç cümlesi gibi düşünebilirsiniz tekrar oraya da geleceğim. İki şey, bilim ve para daima güvenli ve özgür ortamları sever.
Bir yerde zenginlik olursa yani insanlar biraz daha zaman bulabilirlerse o zaman sanatla, edebiyatla uğraşabilirler, felsefeyle uğraşabilirler bunların hepsi birlikte mütalaa edilir. Bir yerde özgürlük yoksa insanlar orada çok fazla bir şey üretemezler. İşte Endülüs böyle bir yer. İşte onun için batı dünyasını etkileyen süreç Endülüs kanalındadır, Sicilya kanalındadır. Müslüman birikimi batıyı böyle etkiledi. Bunun bir hazım süreci var arkasından Rönesans, Reform… Ne oldu biliyor musunuz? Batı dünyası aklı kilisenin ipoteğinden kurtardı özgürlüğü merkeze aldı. Bugünkü batı uygarlığı ortaya çıktı. Peki, Batı yükselirken biz ne yaptık? Bizde tam tersini yaptık. Müslüman kültüründe on sekizinci asır dönüm noktasıdır. Batı aklı özgürleştirirken biz aklı mahkûm etmeye başladık. İşte dönüm noktası burasıdır. On sekizinci asırdan itibaren Müslümanlar her gün biraz daha sıkıntılı süreçlerin içine girmeye başladılar.
Peki, o zaman şimdi yeni bir soru daha soralım. Bugünkü batı uygarlığının geldiği nokta nedir? Dedik ki nerde Müslüman varsa orada sıkıntı var. Peki, batılılar yani insanlık sizce bugün gelinen noktada mutlu mu? Bilim, teknoloji, refah pek çok şey var ama biliyor musunuz insanlığın hala baş belası problem çevre kirliliğidir. Çevre kirliliğinin sebebi ne? Niye çevre kirliliği var. Yanlış sanayi, temelinde ne var yanlış sanayinin yani bakın batılı algıda tabiat sömürülecek bir nesnedir. İyide tabiat olmadan hani toprak demiştim ya toprak olmadan insan varlığını nasıl sürdürecek? İşte niçin yeni bir uygarlık sorusunun cevaplarından birisi o zaman batılı tabiat algısı problemli, insanın yeni bir tabiat algısına ihtiyacı var, yeni bir evren algısına ihtiyacı var.
Peki, sömürmeyi merkeze alan yapılanma insanı esir eden bir teknoloji doğurdu.
O zaman neye ihtiyacımız var. Bizim yeni bir teknolojiye daha insani bir teknolojiye ihtiyacımız var. Size burada da kötü bir şey söyleyeyim. Batının modası geçmiş ürünleri teknolojik en tehlikeli en kötü ürünleri maalesef Müslümanlara pazarlanıyor. Ya da bazen en tehlikeli deneyler Müslümanlar üzerinden yapılıyor. Buda işin acı bir tarafı! O zaman batılı bilim algısı problemli, batılı tabiat algısı problemli… Bugünkü batı medeniyetinin geldiği nokta, batılı insan algısı nasıl tespitimi söyleyeyim size, Amerika şu anda refah düzeyi en yüksek ülkelerden birisi tabi gözlemlerim çok açık bir ilkokul çocuğunun ifadesini aktarıyorum. Diyor ki “elbette Amerika Irak’ta olacak yoksa bizim bu iki bin üç bin motorlu arabalarımız nasıl çalışır?” Cümleyi anladınız mı? Amerika’da koca koca o arabalar o kadar devasa arabalar var ve zaten benzinin büyük bir kısmı da ve dünyadaki gelirin önemli bir kısmını da onlar tüketiyorlar. Çocukların kafasında bile Amerika olacak ki diyor bu cipler/arabalar rahat çalışsın. Amerika’nın stratejisi ne? Tüm dünyanın kazanımlarını alıp götürüyor. Amerika Irak’a geldi işgal etti filan size göre babasının hayrına mı geldi. Orası terör bataklığıydı onu yok etmeye geldi diyor. Amerika gitti hala bataklık derinleşti ama işin kötüsü ne biliyor musunuz? Amerika Irak’ta iken de Müslüman Müslümanı öldürüyordu Amerika Irak’tan gitti yine Müslüman Müslümanı öldürüyor. Sadece Irak’ta mı? Suriye’de de Müslüman Müslümanı öldürüyor. Suriye’de en kötü olay ne? Allah-u Ekber diyerek bir başka Müslümanı öldürürken ölen Müslüman da Allah-u Ekber diyor. Çok acı değil mi? Yani sonuçta ne oluyor. Ölen kim? Öldüren kim? Ölende Müslüman! Öldürende Müslüman! Peki, burada ne var? Buradaki meseleyi bir konuşmamız lazım burada ciddi bir problem var. Biz ne kaybettik, neyi kaybettik? Amerika’yı suçlamak kolay ben anlayabiliyorum çünkü Amerika’nın iki derdi vardır. Amerikan politikasını doğru anlamak istiyorsanız, bir, enerji kaynaklarını kontrol etmek istiyor adamlar çünkü kendi geleceklerini enerji kaynaklarının güvenliğine endekslemişler yüksek teknolojiye endekslemişler. İki, Amerikan stratejisi İsrail’in güvenliğidir başka da bir üçüncüsünü zor bulursunuz. Çünkü Amerika çıkarlarına göre politikasını belirler. İyi de bizim Müslümanlara ne oluyor. Niye yani ne var neyi kaybettik? Aklımızı mı kaybettik? Korkarım oradan başlayacağız. Bakın sıkıntı var. Neyi kaybettik? Medeniyet dediğimiz şey nedir? Üzülüyoruz. Diyoruz ki Müslümanların yaşadıkları bölgelerde asırlarca camii kilise havra yan yana yaşadı. Tamam, güzel peki sonra benzer yerler Bosna Hersek’te vardı. Bir süre sonrada Bosna Hersek’te nasıl bir trajedi yaşandığını biliyorsunuz. Bazen konuşuluyor ben anlamakta zorlanıyorum deniliyor ki efendim işte Atatürk bu ülkeye kötülük etti mübadeleyle rumlar ermeniler çektiler gittiler. Hatta birisi diyor ki efendim sanat onların eseriydi onlar gidince biz sanatta boş kaldık. Onlar kalsaydı daha zengin olurduk. Valla size bir şey söyleyeyim mi? Eğer bu mübadele olmasaydı emin olun biz bugün şu anda bu kadar rahat bir nefes alamazdık biliyor muşunuz? Yani sizin gibi düşünsem işin kolay olduğunu bilirdim ama üzgünüm bizim temel problemimizin kendimiz olduğunu önce düşünmemiz gerekiyor. Sorunumuz burada ve problemimiz ne? O zaman hemen söyleyeyim öyle bir ithal din anlayışı bize nüfuz etti ki içimize kendimiz gibi düşünmeyen insana, değer vermiyoruz. Kendimiz gibi düşünmeyen Müslümana tahammül edemiyoruz. Eskiden bizim atalarımız Yahudi, Hristiyan diğer insanlara tahammül ediyordu. Onları özgürleştirmek için her yolu deniyordu. Çünkü Müslümanın olduğu yerde güven vardır. Yahudi, Hristiyan o güveni, o havayı teneffüs ederek İslam’ın güzelliklerini görür ve Müslüman olurdu. Bunun o kadar çok örneği var ki bugün biz bir başka Müslümana tahammül edemiyoruz. Aynı cemaatten değilse tahammül edemiyoruz, aynı partiden değilsek tahammül edemiyoruz, aynı tarikattan değilsek tahammül edemiyoruz. Oysa aslında sıkıntı bu işte! Ortadoğu’da yaşanan mezhep çatışması…
Ya bir mezhep dediğimiz şey nedir? Mezhepler din değildir. Dinin anlaşılma biçimleridir. Farklı mezhepten olabilirsiniz. Peygamberin sağlığında mezhep yoktu, cemaat yoktu, tarikat yoktu. Bunlar sonradan ortaya çıktı. Bırakın olsun ama mezhebi, cemaati, tarikatı din yerine koyduğunuz andan itibaren sizin gibi düşünmeyen Müslümanı ötekileştirirsiniz. Sorunumuz bu işte! Siz bu açmaza girdiğiniz anda daha açık bir ifadeyle bağışıklık sisteminiz çökerse en küçük bir mikrop sizi yatağa serebilir. Sorunumuz bu, onun için işin tam başında oku diye başladım ve dikkat ederseniz onu özeleştiri noktasına taşıdım. Burayı doğru anlarsak meseleleri daha kolay çözeceğiz.
Şimdi biraz meseleyi sizi de çok fazla yormak istemiyorum.
Niçin yeni bir uygarlık?
Zannediyorum meselenin akışını zihnimize taşıdık. Yeni bir uygarlık çünkü dünyanın gidişi gidiş değil bizde bu dünyada yaşıyorsak bu gidişe müdahale etmek mecburiyetindeyiz. Yeni bir uygarlığın sebebi bu… Daha kolay anlaşılır bir şekilde ifade edeyim. Yani şu anda mevcut batı uygarlığı insan anlayışıyla, bilim anlayışıyla, tabiatı sömürmesiyle, insanları sömürmesiyle, değerleri yok etmesiyle insanların geleceklerini tehlike altına atmaya başladı. Daha açık bir örnek verelim, geminin dibi deliniyor peki bu içinde yaşadığımız geminin dibi delinirse sadece geminin dibini delenler mi ölecek? Biz! Bu dünya sadece bizim için mi var. Biz bizden sonra gelecek nesilleri düşünmek zorunda değil miyiz? Eğer böyle bir sorumluluğumuz varsa o zaman açmaz mevcut batı uygarlığının geldiği noktada ise Müslüman insan oturup bunu düşünmek zorundadır. Yani bu dünya batılıların insafına bırakılmayacak kadar önemlidir. Çünkü Cenabı Hak bize dünyayı imar emri vermiştir. Müslüman insan dünyayı imar etmekle mükelleftir. Dünyanın imarı yeni bir medeniyettir. Bu kadar açık yani bu cümleyi bu kadar rahat kuruyorum. Şimdi bağlantılarını söylediğim zaman daha rahat anlayacaksınız. Açmazlar ortada insanların varoluşsal korkuları artıyor. Açmazlar ortada, teknoloji insanı esir aldı. İnsanın önünde hatta batılılar bas bas bağırıyorlar diyorlar ki bu teknoloji aldı başını gidiyor teknoloji güç oluşturdu. Peki, biz bu gücün önüne nasıl geçeceğiz bu gücü nasıl kontrol edeceğiz. Hani reklamlarda çıkar karşımıza kontrolsüz güç güç değildir diye evet çok güzel bir tespit bu. Peki, bilimin ürettiği bu teknolojinin gücüyle nasıl baş edeceğiz. Bunun cevabı aslında İslam’dadır açıklıkla şunu söylüyorum ve diyorum ki biz Müslümanlar olarak daha insani bir bilim anlayışı ve daha insani bir teknoloji üretebilir miyiz? Evet, üretiriz ama şu anda bu cümleleri kurmak bile bazen insanı rahatsız ediyor. Çünkü tüketmeye o kadar çok alışmışız ki yani cebinde cep telefonu olmayan var mı? İçinizde çocukların bile var iyide bu cep telefonlarını biz mi ürettik. Hiç kullanırken yüzümüz kızarmıyor dimi? Yok! Peki, hiç merak ettiniz mi? Her yenisi çıktığında telefon alırken verdiğimiz bu paralar nereye gidiyor? Kimin cebine gidiyor? Ne parası olarak gidiyor, o telefonları üreten firmalara gidiyor biz yokuz. O kadar çok tüketiyoruz ki peki şu soruyu soralım. Allah aşkına yani bu telefonları kullanmayı biliyor muyuz? Ben hiç unutmam, bir gün Sivas’tan geliyoruz. Otobüsle garajdan çıktık bir kızcağız telefonla konuşmaya başladı. Tam da arka koltukta ya şimdi bitecek birazdan bitecek derken ne annesinin tencerede pişirdiği yemeğin tuzu kaldı ne başka bir şey böyle konuş konuş Allah’ım dedim ya bu nasıl bir şey galiba telefonun şarjı bitinceye kadar konuştu. Allahtan şarjı bitti de düşünebiliyor musunuz ya en kötüsü ne ya bu kadar insan otobüsün içinde bağıra bağıra konuşuyorsunuz. Sizi duymak zorunda mıyız? Vallahi burada sınırsız edepsizliğini kullanıyor galiba… Hak yok burada başka bir şey var yani burada başka bir şey var. O zaman problemlerimiz var. Hani medeniyet diyorduk. Medeniyet, şehir kültürü, insanca yaşama… Ya medeniyet dediğiniz şeyler bir başkasını rahatsız etmeme gibi bir ilke barındırır. Bu davranışların incelmesidir. İnsanca yaşamadır, güvendir. Medeniyet böyle süreçlerde ortaya çıkar. Öyleyse bizim yapacağımız iş nedir? Meseleleri yeniden düşünmek onun için insanlığın yeni bir uygarlığa ihtiyacı var. Peki, şimdi şöyle bir soru soralım. Niye konferansa ‘yeni bir uygarlık niçin Türkiye’ başlığını koyduk şimdi hiç uzatmadan burada en kestirme yoldan gideyim. Şöyle çevremize bir bakın yani Avrupa’dan baktığımızda Türkiye biraz flu/bulanık gözüküyor ama Orta Asya’dan Arap ülkelerinden baktığımızda Türkiye bir yıldız gibi parlıyor. Biliyor musunuz? Şu soruyu soralım Türkiye’nin dışında batının sömürgesi olmamış başka bir ülke var mı? Mısır 1952’de bağımsızlığını kazanmış, 1952 ye kadar İngilizlerin sömürgesiydi. Hindistan, Pakistan 1960’larda, İngilizler Hint alt kıtasını ne zaman işgal etti? 1830’lar, kaç yıl sömürge olmuş oldu o bölgede 1830-1960 yüz otuz, yüz kırk sene sömürge ortamı böyle bir yer işte! Peki devam edelim başka Orta Asya cumhuriyetleri yeni bağımsızlıklarını kazandılar. Yetmiş sene Sovyet zulmü altında yaşadılar. Kuzey Afrika’ya doğru gidin hani arap baharı falan Libya ve benzeri yerler yeni yeni ortaya çıkan devletçikler ne oldu biliyor musunuz? Osmanlı şemsiyesi kırıldığı andan itibaren yaklaşık 13 milyon 14 milyon km2 alan Osmanlı şemsiyesi altındaki alan İngilizlerin, Fransızların, Hollandalıların ve Rusların sömürgesi haline geldi. İşte bu sömürge ortamlarında üretilen fikirler Türkiye’yi etkiledi. Sıkıntının kaynağı bu peki bu sömürge ortamlarından bir şey çıkar mı? Şimdi bakın biz Türkiye’yi eleştiriyoruz fiili sömürge olmadı ancak eğer sizin aydınlarınız omurgasız olursa fiili sömürge olmaması anlamına gelmiyor. Bizdeki sıkıntı ne? Bizde zihin daralması yaşandı. Bizim açmazımız bu. Batıcı dediğimiz insan tipi batı karşısında gözü kamaştı hatta İslam’dan bile vazgeçmeyi teklif eden bizim aydınlarımız vardı. Biliyor musunuz? Ben o süreçlere girmiyorum. Burada ciddi problemler var. Batıcı dediğimiz yani bütünüyle biz diyor din dahil tamamen batılı gibi olursak ancak medeni olabiliriz diyor. Bir kısmı da ne yaptı, tam tersi biz dedi efendim İslam’ı iyi yaşamadık. İşte namazda kusurlarımız var, daha çok nafile namaz kılmalıyız. Dikkatlerini geçmişe yöneltti yani geçmişi kutsallaştırdı. Ne çıktı karşımıza biliyor musunuz? Şu anda Türkiye’de niçin çok kolay kutuplaşıyoruz? İşte bunun cevabı da burada gizlidir. Eğer bir toplumda yetişen insanların tarihe bakışları şaşı ise sağlıklı değil ise birinin ak dediğine diğeri kara diyorsa o toplum çok kolay uzlaşamaz. Sıkıntının kaynağı bu! Yarı sömürge dediğimiz yanlış değil zihniyet sömürgesi sömürgeciliğin en kötüsüdür. Zihin yanılması en kötü olanıdır. Örnek mi istiyorsunuz, Abdülhamid kimimize göre ulu hakan kimimize göre kızıl sultan ya kusura bakmayın Abdülhamid’e ne kızıl sultan diye bilirsiniz ne de ulu hakan deme hakkına sahipsiniz. “Ulu Hakan” dediğiniz zaman kutsallaştırıyorsunuz. Sanki Abdülhamid hiç hata yapmadı kızıl sultan dediğiniz zamanda ne yapmış oluyorsunuz Abdülhamid’i topyekûn yok ediyorsunuz. Hiç kusura bakmayın Abdülhamid 33 sene bu milletin kaderinde etkin olan bir isimdir. O zaman bize düşen nedir? Hatasıyla sevabıyla Abdülhamid’i doğru anlamaktır. Hataları yok mu? Var. Sevapları yok mu? O çöküş sürecinde 33 sene bu imparatorluğu ayakta tutması başarı olarak Abdülhamid’e yeterde artar bile ama bizim derdimiz ne? Biz Abdülhamid’i doğru anlamak zorundayız. Yani kısaca şunu söylemek istiyorum. Şu anda Türkiye’de insanımızın tarihe bakışı sağlıklı değil. Bir kısmı tarihi Cumhuriyetten başlatır. Bir kısmı Cumhuriyeti görmezden gelir, geçmişi kutsallaştırır. İkisi de yanlıştır. Peki, çıkış yolu ne? Aslında çıkış yolu burada her şeyi olduğu gibi anlamak yanlışlarıyla hatalarıyla sevaplarıyla aslında biliyor musunuz? İşte Cumhuriyetin kuruluş sürecinde yapılmak istenilen buydu. Size bunu bir örneğini vereceğim. Medeniyetten söz ediyoruz. Bizim atladığımız çok şey var. Aynı zihin yarılması Mustafa Kemal ile ilgilide çıkıyor karşımıza bir kısmı görmezden geliyor bir kısmı kutsallaştırıyor. İkisi de yanlış! Peki, doğru olan ne? Aynı Abdülhamid gibi kurduğum cümleyi burada da kurmak durumundayım. Mustafa Kemal bu milletin kaderinde etkin olmuş isimlerden birisidir. Sevseniz de sevmeseniz de, küfretseniz de bu değişmez. Göklere çıkarsanız da değişmez. O zaman doğru olan nedir? Gelin hatalarıyla sevaplarıyla Mustafa Kemal’i biraz doğru anlayalım yapmamız gereken bu değil mi? Dolayısıyla size bir şey söyleyeceğim. Bakın hep Mustafa Kemal Atatürk’ün batı uygarlığıyla ile ilgili söylediği sözleri hatırlarsınız. Hedef olarak batı medeniyeti öne çıkartılır. Onu kontekstine uygun olarak bağlam bütünlüğü içinde okuduğunuz da ne çıkıyor karşımıza biliyor musunuz? Atatürk’ün aslında hedefi batı uygarlığına eklemlenme değil yeni bir uygarlık… Peki, ne yapmış Mustafa Kemal üç tane şeyi hatırlatayım size; bir, tarih kurumunu kurmuş iki, dil kurumunu kurmuş üç, Kur’an’ın Türkçe tercümesi için mecliste tahsisat çıkartıyor ve tercüme işi Mehmet Akif’e tefsir kısmı Elmalılı Hamdi Yazır’a veriliyor. Aslında medeniyetin üç tane ayağı çıktı karşımıza farkında mısınız? Din, dil ve tarih, tarih olmadan medeniyet olur mu olmaz. Peki, yani Atatürk’e toz kondurmayan isimlerin şu söylediklerimden haberi var mı? Sizce Atatürk’ün batı uygarlığıyla alakalı söylediklerini yeni bir uygarlık projesi olduğunu daha önce hiç duydunuz mu? Bakın eksiklerimiz buralarda çıkıyor. İşte hep tepkisel davranıyoruz. Hâlbuki yapılan iş bu işte… Atatürk’ün o dönemlerde söylediği çok enteresan cümleler var. Çoğumuzun kafasında din kavramı karşıtı gibi algılanıyor. Diyor ki İslam öyle mükemmel bir din ki bir bina düşünün duvarları çatlamış sıvaları dökülmüş ama temelleri çok sağlam işte İslam böyle bir din diyor. Ben size onlarca bu doğrultuda söylenmiş sözlerini hatırlatabilirim ama işte böyle ya uçlardan uçlara savruluyoruz. Hâlbuki meseleleri bizim oturup serinkanlılıkla doğru anlamamız gerekiyor. Bize yakışan bu değil mi? Şu söylediklerimin size Kurani temelini hatırlatayım. Kur’an açıkça diyor ki Müslümanların vasıflarından söz ederken ‘onlar her sözü dinlerler’ ne anlama geliyor bu bilgiye açık olurlar, anlarlar, değerlendirirler, tefekkür ederler en güzeline uyarlar. Her sözü dinlemek en güzeline uymak aslında Kur’an’ın söylediği bu işte, mesele bu, bilgiye açık olmak bu işte mesele yani Mustafa Kemal’le ilgili de Abdülhamit’le ilgili de Kanuni Sultan Süleyman’la ilgili de her şeyle ilgili ben her sözü okurum her sözü dinlenirim anlamaya çalışırım. Allah bana temyiz gücü vermiş mi vermiş doğrusunu yanlışını ayıra biliyor muyum elbette doğru okursam anlayabilirim. Mesele bu işte o zaman en başa dönüyoruz ve diyoruz ki geçmişte bu millet gerçekten muhteşem bir uygarlık yaratmayı başarmış mı başarmış. Bakın Kur’an ne diyor? Yasin suresinde çok ilginç bir argümandır bu Kur’an’da bunlar ölülerin yani öldükten sonra dirilmeyle alakalı قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ (Yasin 36/78). Birileri o çürümüş kemikleri alıyor Hz. Peygambere geliyor; o kemikleri böyle ufaltıyor Hz. Peygambere diyor ki “söyle bakalım bu kemikleri kim diriltecek” buna Kur’an cevap veriyor daha doğrusu Cenabı Hak Kur’an’da cevap veriyor قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ (Yasin 36/79). Yani o çürümüş kemikleri önce kim yarattıysa o tekrar diriltecektir. Ne anlama geliyor biliyor musunuz? Eğer bu millet daha önce bir uygarlık yaratmayı başardı ise emin olun daha iyisini yapabilir. Yani bu tesadüflere dayalı değil ama dönüyoruz en başa yine ayetler çıkıyor karşımıza bir daha hatırlatacağım وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى (Necm 53/39) uygarlık yaratacaksanız emek ortaya koyacaksınız yani üreteceksiniz bilim alanında stratejik bilgiyi siz ortaya koyacaksınız. Tüketici köle değil o teknolojiyi insani olarak siz üreteceksiniz. Yeni bir insan anlayışına mı ihtiyaç var kökleri ortada var. Birazdan bitireceğim konuşmamı sözü uzatmadan şu cümlede toparlayayım. Diyeceğim ki bir zamanların Endülüs’ünde Müslümanların birikimi batı kafasıyla buluştu. Bunun demlenme süreci vardır. Batı bir süre sonra özgürlük alanında da ilk çizgiyi yakaladı ve bilgi üretti. Kendine göre değer üretti. Bugünkü Batı uygarlığını ortaya koydu. Ancak batı uygarlığının geldiği noktada ciddi sorunlar var. Çin’den yeni bir uygarlık çıkar mı? Çok fazla ufukta olumlu bir şey gözükmüyor. Türkiye’nin dışında İslam ülkelerinde bir şey çıkar mı? Pek sanmıyorum. Çünkü ümit ışığı yok. Size bununla ilgili çok örnekler verebilirim. Bunları gördüğünüz zaman insanın içi parçalanıyor. Mesela maç seyrederken hiç dikkatinizi çekti mi? Barcelona’nın maçında futbolcuların formalarında yazan sponsorluklar… İşte bizim zengin Müslümanlar paralarını hep oralara yatırıyor. Ya da farklı mesela Londra’daki bir hayvanat bahçesinin kapısında bir yazıyla karşılaşıyorsunuz. Buradaki hayvanların tüm masrafları Katar Emiri tarafından karşılanmaktadır. Ama Müslümanların büyük bir kısmının da açlıktan nefesi kokuyor. Yani Amerika şu anda Müslümanların parasını kullanıyor. Körfezdeki Müslümanların petrol dolarları nerede? İsviçre bankalarında, ABD bankalarında… Böyle bir şey ya… Bunlar acı gerçekler… Ama şunu düşünelim. Hakikaten çok önemli bir soru. Geçen öğrencilere sınavda sormuştum. Size de sorayım isterseniz. Allah aşkına Petrolün ömrü kaç sene. Hiç merak ettiniz mi? Petrol, doğalgaz sonsuz mu? Hiç merak ettiniz mi? Gayet tabii açık bunlar sonsuz değil biliyorsunuz. Sorduğum soru çok açık. Petrol, doğal gazın ömrü kaç sene? İçinizde jeoloji, fizikle uğraşanlar kırk sene otuz beş sene doğalgazda olsa olsa yüz sene falan civarında olur yüz senede çok fazla ama petrolle ilgili kırk kırk beş hadi bilemediniz elli sene olsun elli sene sonra petrol diye bir şey kalmayacak. Diyeceksiniz ki insanlar yeni enerji kaynakları keşfederler iyide o enerji kaynakları sizin olmayacak ama siz o petrolün üstünde oturuyorsunuz peki petrol bittiği zaman ne yapacaksınız? Müslümanlar olarak ne yapacaksınız? Hidrojen bombasıyla öleceksiniz? Müslümanlar olarak petrol bittiği zaman ne yapacaksınız? Müslümanların geleceği ne olacak? Hayatını Müslümanlar nasıl sürdürecek? Derdim bu! Anlatmak istediğim bu!
Bende diyorum ki şu anda petrolden elde ettiği gelirleri tamamen bilime mi yatırıyorsunuz. Tarım alanında daha kaliteli üretim için mi kullanıyorsunuz. Diyeceğim o ki efendim önce üretim anlayışımızı biz değiştireceğiz. Çünkü şu anda üretmediğimiz şeyleri tüketiyoruz bundan sonrada ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız. Yani şu anda farkında mısınız? Devlet akıllıca bir iş yaptı arada sırada da akıllıca iş yapıyorlar bazen böyle kredi kartları ile ilgili taksit işlerini biraz sınırlandırdılar. Aslında kredi kartının taksitli olması olmasının anlamı ne 5 ay sonra kazanacağınız parayı 5 ay önce tüketiyorsunuz. Böyle bir şey işte! Akıllıca bir şey değil aslında ama sanki kolayca harcıyorsunuz gidiyor. Bu yüzden bir sürü insan kredi kartı bataklığının içine giriyor. Bir sürü aileler dağılıyor. Bir sürü sıkıntılar var ama burada yatan sakat mantık ne? Hak etmediğiniz kadar harcıyorsunuz size de para tuzakları kolayca kuruyorlar ve siz bu tuzaklara düşüyorsunuz. O zaman neye ihtiyaç var. Evrensel ölçekte biz kendi üretim-tüketim anlayışımızı değiştireceğiz. Ama öncelikle üretmeye başlamak zorundayız. Biz üreteceğiz daha insani üretim daha İslami üretim ve bunları yaptığımız zaman pek çok şeyi değişebileceğiz.
Sözün özü şu bir medeniyetten söz edebilmemiz için bir özgürlüklerin sorumluluk bilinci ile sağlıklı bir şekilde işlemesi lazım iki Adalet duygusunun toplumun tüm kesimlerinde içselleştirilmiş olması lazım üç cehaletin bir şekilde mazeret olmaktan çıkartılmasının ötesinde cehalet diye bir şeyden söz etmemek gerekir.
Yani İslam dünyasında en büyük problem cehalettir.
Oysa Kur’an açıkça der ki size “cahillerden yüz çevir.” Dört, Aklı etkin kullanmanın en büyük ibadet olduğunu Müslümanlar yeniden keşfetmek zorundadır. Yeter mi? Hayır! Aklı kullanacaksınız, adalet hâkim olacak ve yüksek güven kültürü yaratılacak. Bakın bunlar bizim köklerimizde var. Bunu bilenleriniz vardır eğer tohum kaliteli ise toprakta uygun nem, uygun hava koşulları sıcaklık oluşmaya başladığında tohum çatlamaya başlar, aşağı doğru kök salar, yukarı doğru filiz verir, dal budak salar. Aslında yeni bir uygarlığın kökleri bu topraklarda var. Çok uzaklara gitmeyin. Aslında Safranbolu’da bunu çok güzel görebilirsiniz. Ben bugün şöyle bir çarşıyı biraz dolaşmaya çalıştım. Buranın doğal yapısını görmeye, anlamaya çalıştım. İki şey iç içe eski örf, adet ve geleneklerimiz büyük ölçüde gözden uzaklaşmaya başlasa da tarihi dokuya sinmiş olduğunu göre biliyorsunuz. Bunlar var. O geleneği çarşı pazarda dolanırken bile dikkatle baktığınızda işin arkasında o eski var olan esnaf kültürünün izlerini görebiliyorsunuz. O zaman yapılacak iş ne? Yok olmadan bunu ileriye taşımak. Mesela eğer bunca ekonomik sıkıntıya rağmen bu kadar büyük krizler Türkiye’de yaşanmıyorsa sebep ne hala bizim aile bağlarımız güçlü. Fakat onu yok olmadan restore etmek gerekiyor. Onlar yok olmadan bunları iyileştirmek gerekiyor. Hani dedim ya size tohum sağlamsa uygun ortam oluşturur ve kök verir. Bunlar bizim ümitvar olmamız için yeterli sebepler. Bu millet birlikte yaşamayı biliyor. O zaman yapılacak iş çok karmaşık değil. En temelde Müslüman olacaksınız bildiğiniz kadar Müslüman olabilirsiniz İslam bilgi işidir.
İkincisi zekat verecekseniz. Zekâtın farz olduğuna inanıyorsanız üretebildiğiniz kadar zekât verirsiniz. Ürettiğimiz kadar zekât verirseniz Allah’ın sizden istediği şey üretmektir. Daha önemlisi üçüncüsü de değer üretebildiğiniz kadar değerli olursunuz. Çok karmaşık gibi görüyorsunuz. Bunlar yan yana gelirse sonunda yüksek güven kültürü de yaratılır bu yüksek güven kültürü beraberinde bize yeni ufuklar açabilir. O yüzden diyorum ki Anadolu’da yaşananlar evet sancılı bir süreç var ama bunlar dikkatle okunduğunda yeni bir uygarlığın mayalanma sürecidir. Ama bunun üstesinden gelinebilmesi için yeni bir uygarlığının yaratılabilmesi için bizim birbirimizle uğraşmaktan vazgeçmemiz gerekir. Birbirimizi yemekten vazgeçmemiz gerekir. Dolayısıyla özü bu; kim olursanız olun grup, parti, cemaat, cemiyet, tarikat kimse kimseyi yok edemez. Alevisi, Sünnisi ne bileyim Hanefisi, Şafiisi, Türkü, kürdü biz bu topraklarda zorla yaşamak mecburiyetinde miyiz? Mecburiyetindeyiz! Öyleyse bizi biz yapan değerleri gelin hep birlikte yukarı taşıyalım. Birbirimize katlanmayı öğrenelim. Birbirimizle uğraşarak enerjimizi harcamazsak o zaman sinerji yaratabiliriz. Yeni bir şey üretmeye başlayabiliriz bu da çok zor değil. Ben bunun mümkün olacağına inanıyorum.
Son sözüm yeni bir uygarlığın beşiğinin Türkiye olacağı kanaatindeyim. Bu hep temenni içinde barındırır ama birtakım tespitlere dayalıdır. Bir zamanların Endülüs’ü gibi şu anda Anadolu İslam’ın uygarlığa kök veren ana hücreleri bu topraklarda var. Bilgiyi açık olursak Batı uygarlığının kazanımlarından yararlanabilirsek biz bunun üstesinden gelebiliriz.
Kritik nokta, dini ticaret aracı olmaktan çıkartmaktır.
Din siyasetten ve ticaretten bir enstrüman olmaktan çıkarılıp yerli yerine oturtulursa Müslümanlar birbirlerinin yemekten kurtulurlar.
Çünkü dikkat edin İslam dünyasındaki çatışmalarda Türkiye’deki ayrışmalarda esas itibarı ile siyasidir. Siyasiler dünyanın her yerinde dini kullanarak meşruiyet kazanmak isterler. Birileri siyasetle uğraşsın elbette uğraşacak ama burada klasik sünni algıyı söyleyeyim size klasik ehlisünnetin algısında siyaset farzı kifaye kategorisindedir. İmanla dinin özüyle alakası yoktur. Aslında Maturidi’nin siyaset ayrımı işte tamda da budur.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum çok teşekkür ediyorum.
Soru-Cevap Bölümü
Soru: Kadınlarımızı küçümseyen ve dışlayan bir din anlayışı var. Bu konu hakkında görüşünüz nedir?
Cevap: Kadının olmadığı yerde uygarlık olmaz. Kaldı ki İslam açısından bakıldığında kadın, Kur’an derki kadın ve erkek bir birbirini tamamlar bir biri için örtüdür. Yani Müslüman insan aslında hiçbir zaman kadına farklı bir gözle bakmaması gerekir ama burada şunu da söylemek durumundayım yaygın din anlayışında İslam dünyasının ana problemlerinden birisi kadın algısıdır. Üzgünüm erkekler kendilerinden korktukları için kadını baskı altında tutarak kendilerini güvence altına almaya çalışıyorlar. Bu bir açmazdır o yüzden başta söylediğim cümleyi tekrar söyleyeceğim. İslam hiçbir zaman kadını hayatın dışında görmez. Hz. peygamberin sağlığında mesela hatırlayın Uhud Savaşı sırasında Hz. peygamber güç durumda kalır Müslümanlar onu korumak için etrafına etten duvar gibi çevirirler ve ilk şehit olanlardan birisi kadın sahabidir. Hz. Ömer zamanında bu günkü zabıta amirliği konumunda çarşı-pazar kontrollerini yapan bir kadın sahabidir.
Hatırlıyor musunuz Hz. Ömer ile ilgili bir şey anlatılır bir gün hutbe okurken Ey Müslümanlar beni dinleyin dediği zaman bir kadın sahabe ayağa kalkar derki “ey Ömer dur bakalım önce şu sırtındaki elbisenin hesabını ver benim kocam ufak tefek bir adam verdiğiniz kumaştan ona zor elbise çıktı. Senin koca vücuduna bu elbiseyi nasıl buldun. Bunun hesabını vermeden seni dinlemem.” Farkında mısınız? Olay nerede gerçekleşiyor camide, mescitte gerçekleşiyor. Bunu söyleyen kimdir? Bir kadın sahabe ama bakın açmazlar burada… O yüzden en baştaki söylediğim söze dönüyorum. Diyorum ki, bu bütün samimiyetimle söylediğim bir şeydir kadın ve erkek bir birini tamamlar ve kadınların olmadığı yerde uygarlık olmaz. İslam dünyasının şuan ki en büyük handikabı budur. Yeni bir uygarlık sürecinde Müslümanların avantajı buradaydı işte mesela Hz. Aişe hadis hocasıydı bir sürü sahabeye öyle bir fırça atıyor ki hele birisine soruyor peygamberin ahlakıyla alakalı bir şey anlatıyor be adam diyor sen hiç kuran okumadın mı peygamberin ahlakı kuran ahlakıydı… Örneklerimiz çok fazla evet teşekkür ediyorum.
Soru: Hocam okumak ile ilgili Müslümanların problemlerinden bahsettiniz. Ben Marmara ilahiyat fakültesi din felsefesi ana bilim dalında Master öğrencisiyim ama Karabük’te ikamet ediyorum. Burada ciddi anlamda kitap sorunu yaşıyorum elektronik kütüphaneler çok yetersiz. Veri tabanları da çok yetersiz. Karabük üniversitesi ilahiyat fakültesinin kütüphanesini kullanmak zorunda kalıyorum fakat orası da çok yetersiz. Ben bu problemi burada dile getirmek istiyorum belki bir adım atılır. Ciddi manada kitap sorunu çektiğimden her hafta İstanbul’a gidiyorum. İSAM’ı bilirsiniz ve oradan kitap alamadığımız için sıkıntı oluyor. Lütfen az önce konuşmanızda örnek vermiştiniz maddi durumu iyi olanlar kitap hediye ediyormuş diye bizlere de imkânı olanlar kitap hediye ederse sevinirim.
Cevap: O zaman sayın başkan, burada madem Maturidi-Yesevi Otağını kurdular öyleyse bu otağın,
- Maturidilikle ilgili özel kütüphanesi,
- Bu otağın gençlerin ihtiyaçlarını karşılayacak veri tabanlarına ulaşabilmesi ve hem elektronik ortam da hem de güzel bir kütüphane kurmak için böyle bir kampanya başlatması. Bu bence çok önemli, kitap olmadan hiç bir şey olmuyor.
Teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle bizde sayın başkana çağrıda bulunmuş olduk. İnşallah bir daha gelişimizde güzel bir kütüphaneyi görme imkânımız olur.