Maturidiye Göre Dinlerarası Diyalog
Dr.Recep Önal
Sonuç
Mâtürîdî, insanların benimsedikleri din, mezhep ve yolların çeşitli olduklarını bir realite olarak kabul etmiş, bunlar arasında Allah katında geçerli olan dinin vahyi tek bir kaynaktan alan bütün peygamberlerin tebliğ ettiği bir ve aynı olan “tevhid” inancı olduğunu vurgulamıştır. Mâtürîdî, dinleri Hak ve Batıl din olmak üzere iki kategoride ele almış; Allah katında geçerli olan dinin “Hak din” olduğunu, bu dinin de bozulmamış ve tahrife uğramamış olan İslâm dinine karşılık geldiğini; Ehl-i kitap da dahil İslâm dışındaki din ve mezheplerin ise Batıl dinler olduğunu, yol ve mezhepleri birbirinden çeşitli olsa da bunların tamamının inkâr etmede tek bir dini (küfür ehlini) temsil ettiğini söylemiştir.
Ehl-i kitaba ilişkin görüşlerini tevhid inancı doğrultusunda şekillendiren Mâtürîdî’ye göre, ilahî dinlerin temelini tevhid merkezli inanç esasları oluşturmuştur. Bu inançları Allah’tan geldiği şekliyle koruyan din sahipleri “Hanif” veya “Müslüman”; koruyamayan ve tahrif eden din sahipleri ise “Ehl-i kitap” ismini almaktadır. Bu anlamda Mâtürîdî, ilahî vahye mazhar olan Ehl-i kitabın kendilerine vahyedilen tevhid inancını bozduklarını belirtmiş, Ehl-i kitap terimini tevhid, vahiy, kitap ve nübüvvet gibi konularda bilgileri olan, fakat inat ve kibirleri yüzünden peygamber ve kitaplardan bir kısmını kabul edip, bir kısmını inkâr ederek bu inancı bozan dinî grubu ifade etmek için kullanmıştır. Bu anlamda Ehl-i kitap, Müslümanların dışında ilahî vahiy izleri taşıyan ve Tevrat, Zebur ve İncil gibi ilahî kitaplara iman eden din sahiplerine verilen bir isimdir ve sadece Yahudi ve Hıristiyanları kapsamaktadır.
Mâtürîdî, Ehl-i kitabı ilahî izler taşıması ve vahiy kültürüne aşina olması nedeniyle diğer dinî gruplardan ayrı değerlendirmiştir. Bu çerçevede Müslümanlar ile Ehl-i kitap arasında ulûhiyet, peygamber, kitap, ahiret gibi temel hususlarda belli ölçüde ortak inançların olduğuna, bu nedenle onların diğer din mensuplarına göre “Hak dine” iman etme ve “Tevhid” ilkesini anlama konusunda daha yatkın olabileceğine dikkat çekmiş, bu özelliklerinden dolayı onlara karşı daha müsamahalı bir tutum sergilenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte Ehl-i kitap ile İslam
dini arasında inanç yönünden bir çok farklılıkların olduğuna da dikkat çekmiş, Allah’a çocuk isnad etmeleri, kitaplarını tahrif ve tebdil etmeleri, peygamber ve kitaplar arasında ayrım yaparak bunlardan bir kısmını inkar etmeleri, din adamlarını aşırı yüceltmeleri gibi inançlarındaki yanlışlıkları üzerinde durarak Ehl-i kitabın öz itibariyle tevhid inancına sahip olduklarına fakat zamanla hurâfe ve şirk unsurlarına bulaşmak suretiyle bu özden uzaklaşarak kendi dinlerini tahrif ve tebdîl ettiklerini önemle vurgulamıştır.
Mâtürîdî, Ehl-i kitabı Allah’a ortak koşmada şirk içerikli bir takım inançlara sahip olduklarını belirtmekle birlikte, Mecûsî ve müşriklerle aynı statüde değerlendirmemiş, onlardan farklı olduklarını kabul etmiştir. Bununla birlikte Ehl-i kitabı iman ve küfür açısından Mecûsî ve Müşriklerden farklı değerlendirmemiş, sahip oldukları inançları sebebiyle bu grupların hepsini kâfir kabul etmiştir.
Mâtürîdî, Ehl-i kitaba yaklaşımında herkesi aynı kefeye koyan toptancı bir tutum sergilememiş, aralarındaki inanç farklılıklarına dikkat çekerek Ehl-i kitabın kendi içinde çeşitli gruplara ve mezheplere ayrıldığını ifade etmiştir. Bu bağlamda, Ehl-i kitabın hepsinin bir olmadığını, Hz. Peygamber gönderildiği zaman kendi aralarında ihtilafa düştüklerini; bunlardan bir kısmının gerçek kendilerine geldiğinde onu kabul ettiklerini, kendi kitaplarını hakkıyla okuduklarını, Hz. Muhammed’in gönderileceğine dair kitaplarında yer alan bilgiyle amel ederek ona iman ettiklerini belirtmiştir. Diğer taraftan vahye karşı karşı olumsuz tavır sergileyenlerin de bulunduğuna dikkat çekmiş, bu tutum içerisinde olanların Hz. Muhammed’in gönderileceğine dair ayet ve işaretleri tahrif edip gizlediklerini ve bu bilgiyi inkâr ettiklerini söylemiştir. Mâtürîdî’nin Ehl-i kitaba yönelik eleştirileri de inat ve kibir ehli olarak tanımladığı bu kimselere yönelik olmuştur.
Mâtürîdî, Ehl-i kitap kapsamında değerlendirdiği Yahudi ve Hıristiyanların Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara karşı farklı tutum ve davranış içerisinde olduklarına da dikkat çekmiş, bu anlamda bunlardan hangilerinin İslam’a karşı daha olumlu ya da olumsuz davranışlarda bulunduklarını tespit etmeye çalışmıştır. Nitekim Mâtürîdî’nin Hıristiyanlık eleştirisi göz önüne alındığında; tenkit ettiği konuların Yahudilere kıyasla farklı olduğu, Yahudiler hakkında ortaya koyduğu tasviri Hıristiyanlar için kullanmadığı, bu anlamda Yahudilere kıyasla Hıristiyanlara karşı daha ılımlı bir yaklaşım sergilediği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede o, Yahudilerin İslâm’a ve Müslümanlara karşı sergiledikleri olumsuz davranışlarını geniş bir şekilde ele almış, özellikle kibir, dünyevî arzu, liderlik tutkuları ve üstün ırk inançları gibi ahlakî zaafları üzerinde durarak Yahudilik karakterini eleştiri konusu yapmış, ancak benzer eleştirileri Hıristiyanlara karşı yöneltmemiştir. O, tenkitlerini daha çok Hıristiyanların Îsâ ile ilgili inançları (teslis) üzerinde yoğunlaştırmıştır. Mâtürîdî’nin bu tutumu kendi içinde oldukça tutarlıdır. Zira Hıristiyanlığın Tanrı ve peygamberlik tasavvurları, Yahudilerinkinden çok daha aşırıya ulaşmış ve küfür noktasında daha ileri boyutta olmuştur. Bunun aksine Yahudilerin inanç sistemi İslam’a daha yakın olmuştur. Ancak buna rağmen İslam’a karşı Hıristiyanlara kıyasla daha fazla düşmanca tavır takınmışlar ve devamlı ihanet içerisinde olmuşlardır. İşte Yahudilerin Müslümanlara karşı bu olumsuz tutumları, Mâtürîdî’nin kendilerine sert eleştiriler getirmesine neden olmuştur. Buna göre Yahudi ve Hıristiyanlarla kurulabilecek beşerî münasebetlerin iyi ya da kötü yönde olmasını belirleyen temel ölçütün, her iki din mensubunun sahip oldukları inançları değil Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı gösterecekleri iyi niyet ve sergileyecekleri olumlu tutumları olduğunu söyleyebiliriz. Zira Hz. Peygamber döneminde kendisine ve müslümanlara karşı sergilenen olumsuz davranışlarda Yahudiler, olumlu davranışlarda ise Hıristiyanlar ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla Mâtürîdî’ye göre Müslümanlara karşı gösterdikleri bu olumlu davranışları sebebiyle Hıristiyanlar, her ne kadar İsa ile ilgili inançları sebebiyle küfre düşmüş olsalar da, Yahudilere kıyasla Müslümanlara sevgi bakımından daha yakın kabul edilmiştir. Fakat Mâtürîdî, bu konuda temkinli olunması gerektiğini, zira her iki din mensubunun da sahip oldukları inançları sebebiyle kâfir olduklarını önemle vurgulayarak müslümaları uyarmayı da ihaml etmemiştir. Buna göre günümüzde Ehli kitapla kurulacak beşerî münasebetler (diyalog), onlar Müslümanlara nasıl davranırsa davransınlar her şart ve durumda kendileriyle iyi geçinmek ve dost olmaya çalışmak anlamına gelmemeli, aksine Ehl-i kitapla nasıl bir ilişki kurulabileceği veya kurulan ilişkilerin seyrinin nasıl olacağını onların Müslümanlara karşı sergileyecekleri olumlu ya da olumsuz tavır ve davranışlar belirlemelidir.
Mâtürîdî, Ehl-i kitabı kâfir kabul etmekle birlikte, Hakkı/İslâm’ı kabul etmede onların tamamını aynı kefeye koyarak bir görmemiş, içlerinde akıl ve insaf sahibi, inat ve kibirden uzak, anlayışlı kimselerin bulunduğuna ve bu kimselerin dinî tebliğde ihmal edilmemesi ve İslam dinine davet edilmesi gerektiğine dikkat çekerek, tebliğ
faaliyetlerinde muhatap alınması ve kendileriyle güzel mücadele edilmesi gerekenlerin bu kimseler olması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda bunların kurtuluşa erebilmesi için kendileriyle maddî ve manevî münasebetler kurulabileceğini belirtmiş, kurulabilecek ilişki ve diyaloglarda ihtiyatlı ve temkinli davranılması tavsiye etmiştir. Çünkü ona göre İslâm dini kendilerine kurulabilecek bu ilişkiler sayesinde anlatılabilir. Bu nedenle Ehl-i kitapla iyilik ve güzellikle mücadele edilmeli ve kendilerine İslâm dinin üstün özellikleri delil ve burhanlarla anlatılmalıdır. Öte taraftan onların içinde İslâm’ı inkâr etmede inatçılık eden ve kibirlenen kimselerin de bulunduğunu, bu tutum içinde olanlar ile dinî ve fikrî tartışmaya girilmemesi gerektiğini de belirtmiştir. Çünkü ona göre bu kişiler, kendilerine her ne kadar hüccet ve deliller sunulsa bile inatları ve kibirlerinden dolayı bunları kabul etmeyecek ve
gerçeği kabule yanaşmayacaklardır. Bu nedenle onlarla yapılan tartışmalar faydadan çok zarar getirecektir. Dolayısıyla Mâtürîdî’nin İslâm’ı tebliğde temel ilke olarak farklı din mensuplarıyla dinî konularda tartışmayı ve güzel mücadele etmeyi gerekli gördüğünü, bu bağlamda Ehl-i kitaba karşı iyi davranılmasını; onlara karşı akla ve
mantığa uygun delil ve burhanların kullanılmasını tavsiye ettiğini söyleyebiliriz.
Fakat Mâtürîdî’nin Ehl-i kitaba bu şekilde toleranslı yaklaşması söz konusu inançlarının Allah katında geçerli olduğu ya da onların kurtuluşa gidebileceği anlamına gelmemektedir. Zira Mâtürîdî, tek kurtuluşun İslâm dinine bağlanmakla mümkün olacağını eserlerinin değişik yerlerinde ısrarla vurgulamıştır. Dolayısıyla Mâtürîdî’ye göre Kur’an’da Yahudi ve Hıristiyanların Ehl-i kitap şeklinde isimlendirilerek Mecûsî ve Müşriklerden ayrı tutulup İslam ile birtakım ortak yönlere sahip olduklarına işaret edilmesi, kendilerine kestiklerinin yenilmesi ve kadınlarıyla evlenilmesi gibi birtakım ayrıcalıkların verilmesi, onların doğru yolda olduklarını ve kurtuluşa ereceklerini göstermez. Ehl-i kitabın kurtuluşa ermesinin tek yolu peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed’e iman ederek son din olan İslâm’ı kabul etmektir. Bu nedenle, hangi dine mensup olunursa olunsun, kurtuluşa ermenin yegâne yolu İslâm’a girmekle mümkündür. İslâmiyet geldikten sonra, onu kabul etmeden, kendi dinlerine bağlı kalarak Allah’a ve ahirete inanıp, salih amel işlemek kişiyi kurtuluşa erdirmez. Buna göre, Bakara 62. ve Mâide 69. ayetlerinde söz edilen ahiretteki kurtuluşa ulaşmak için Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih amel işlemek yeterli değildir. Peygamberlerin ve îlahî kitapların tümüne inanmadan, bir kişinin kurtuluşa ermesi mümkün olmadığı gibi Hz. Muhammed’in peygamberliğine ve getirmiş olduğu Kur’an’a inanmayan bir Yahudinin veya Hıristiyanın sadece Allah’a ve ahiret gününe inanması ve salih amellerde bulunması da kendisine kurtuluş sağlamayacaktır. Buna göre ahirette kurtuluşu (cennete girmeyi) sağlayacak yegâne şart Hz. Muhammed’e iman etmek ve Allah’tan getirdiği her hususta ona tâbi olmak, yani Müslüman olmaktır.