Semerkant’tan Gelen Dinsizlik!

Semerkant’tan Gelen Dinsizlik!

Laiklik kavramı, Başbuğumuz Atatürk’le hayata geçirilen ve genel literatürlere ‘Din ve devlet işlerini birbirinden  ayırmak.’  şeklinde  geçen bir kavram olup   Atatürk’ü deccal ,dinsiz ilan eden  sözüm ona dini çevreler  tarafından düşüncelerini desteklemek amacıyla dillerine pelesenk ettikleri en büyük silahtır.Sözüm ona diyorum çünkü asıl dinin ruhunun ,özgür yaşanmasının devletin laikliği ile gerçekleşir ve  bu, ülkenin itikattaki imamı İmamı Maturidi tarafından söylenmiştir.

Peki nedir  laiklik? Gerçekten dinsizlik midir?

Laiklik kelime anlamı olarak Hristiyanlığın ilk yüzyıllarına dayanır.Ruhban sınıfından olanlar clerici, ruhban sınıfından olmayan ,halkdan olana da  laici  denilmektedir. Ayrıca  ingilizcede de papazdan olmayan bütün halk anlamında laity olarak adlandırılmaktadır[1].Kelimeler toplumların ihtiyaçlarına göre şekillenir.Bundan dolayı bu kavramın ontolojisi bizi Orta çağ Avrupasına götürmektedir.  Orta  çağda- kilisenin egemen olduğu zaman- kurulan devletlerde  egemenlik kraldan çok papanın  elindeydi,dini lider olan papa istediği an krala müdahalede  bulunabiliyordu.Bu durum kaosa,yapılan faaliyetlerde düzensizliğe neden olduğundan  Hristiyan dünyası için bu kurumların etkisinin azaltılması ,devletin istikrarı için şarttı,şayet öyle de oldu.Fransız ihtilalinden sonra devlet dairelerinde  ,kiliseden  bağımsız özgür  hareket  edebilen bir  düzen  türedi , Rönesansla başlayan ve Martin Luther’in de  etkisiyle  kendiliğinden işledi. Peki Hristiyanlarda bir ihtiyaç neticesinde doğan laiklik kavramının müslüman dünyasında  anılmaya başlanmasının nedenleri nedir?

Yoksa bu muhaliflerin söylediği gibi müslüman halkı dinsizleştirme politikası mıydı?

Bu  sorunun  cevabını bulabilmek ve laikliğin esas manasını kavramak  için tarihimize bakmamız yeterli olacaktır .Türkler islamı kabul ettikten  sonra dinlerini  araplaşmadan  Türk kültürü potasında eritmiş,bu konuda son derece başarılı olup gerek felsefik ,gerek bilimsel ,gerek düşünsel alanda bir çok yenilikler,ekoller meydana getirmişlerdir.Bunları gerçekleştirirken onlar,kalplerindeki  imanla  akıllarının senkronize bir  sentezini  yapabilmişlerdir.Bu  düşüncelerin ortaya çıkmasını sağlayan uygun zemin ise  yine Maveraünnehir bölgesinine hakim olan hür düşünme ortamıydı [2].Bölgedeki fikri tartışma özgürlüğü ,her alanda ilerlemeyi beraberinde getirmiştir.Bölgede hakim olan ve de şu an bile düşünceleri ehli sünnet olarak kabul edilen Ebu Hanife ve bu düşünceleri sistemleştirerek büyük bir ekole imza atan Ebu Mansur el Maturidi ,o dönem Türk-islam bölgesinin zihniyetini oluşturmakta,onları temsil etmektedirler.Peki ne demektedirler bu fikir yarenleri?Maturidi akılla nakili en uygun oranda sentezini yaparak aklımızı makul derecede  ön plana çıkarmaktadır .Din kavramını incelemiş,dinin bileşenlerinden iman ve amel(ibadetler,iyi davranışlar…) kavramlarını birbirinden ayırarak ;ameli imanın dışında olan zorunlu farzlarından olduğunu ,iman etmenin müslüman olmakta yeterli olduğunu söylemiştir  .Bu ayırımı da Kur’anın pek çok yerinde iman edenler ve güzel amel işleyenlerin ‘ve’ anlamındaki vav harfiyle ayrılmasına yani farklı kavramlar olduğunu kanıt göstererek  gerçekleştirmektedir. Yani dinin özü tevhiddir,Allah’ın bize vermiş olduğu aklın Allah’ı,tevhidi bulmakta yeterli  ve de aklımızın varlığının sorumlu tutulma şartımızın olduğunu,bununla beraber ibadetlerin ise peygamberler yoluyla öğrenilen ve de her peygamberin kendine has şeriatlerinin bulunduğu ritüeller olduğunu ,onlarsız bu ritüellerin öğrenilemeyeceğini söylemiştir.Ayrıca imanımızın akılla temellendirilmediği durumda gerçek iman niteliğine sahip olamayacağımızı ve bu sayede dış tahriklere kapılmamızın an meselesi olduğunu vurgulamaktadır.

Burada Kur’anın yaratılmışlığı tartışmalarından bahsetmemiz ve imanın akılla temellendirilmesi konusunda Maturidi’nin tavsiyelerinden söz etmemiz lazım gelmekte..Zamanın 2 grubu arasında  tartışılagelen bu soru, içinde  büyük manalar barındırmaktadır.Eş’ariler Kur’anın yaratılmamış olduğunu,hem lafzen hem manen kadim olduğunu iddia etmektedirler.Buna karşılık Mutezile ve Maturidi Kur’anın aslının, manası olduğunu ve arapça olan lafız kısımlarının yaratılmış olduğunu ileri sürmektedir.Bu fikire istinaden Ebu Hanife  ve takipçisi Maturidi ana dilde ibadetin ve dolaylı olarak Kuranın türkçeleştirip anlaşılmasının önünü açmıştır.Çünkü aslolan mana olduğundan lafzın hükmüne hacet yoktur.Eğer aksi halde olursa -ki can alıcı noktamız- toplumda arapça bilen bir ruhban sınıfı doğmaktadır,doğmuştur ve de Bunların en güzel örneklerini Osmanlının son dönemlerindeki  tekke ve  zaviyelerde görmekteyiz.Bu durum-dini sadece arapça bilenlerin tekelinde bulunduğu- toplumu şeyhlerin,dervişlerin  her dediklerini yapan,sürekli onlara kendi rızkından pay ayıran bir millet meydana getirmiştir.Ki bizi en çok ilgilendiren kısmı, bu  insanların  dini kullanarak ciddi nüfuzlar elde etmesine neden olmuştur .Bunun sonunda kendini şeyhinin eline bırakmış halk,İngilizlerin işgali karşısında bile şeyhülislamın emri olduğundan çıtını çıkarmamış ,içlerinde Atatük’ün de olduğu bir grup vatanseveri hainlikle suçlamış ve bunu din adına,hilafetin kurtulması! adına  yapmıştır[3].İşte bu müslüman Türk dünyasında laikliğin ihtiyaç duyulmasının sebebidir.

Din-Siyaset İlişkisi

Laiklik kavramı kelime olarak Hristiyanlık’a dayansa da  mana olarak ilk çıkış yeri Semerkant’ta ulu Türk dehası Ebu Mansur el Maturidi’dir.Bilindiği üzre imamlık o dönemde dini liderliğin  yanı sıra devlet başkanlığını da bünyesinde barındıran bir kavram olup  ve imamın seçimiyle ilgili tartışmalar vardı.Bu konuda imamı Maturidi ’İmamların Kureyş kabilesinden seçilmesi’ (Kureyş peygamberimizin kabilesi olduğundan dolayı bu soydan gelenlere uluhiyyetlik atfediliyordu) tartışmalarına  farklı bir yorum getirerek diyanet-siyaset ayrımı yapmış ve tarihte ilk laiklik kavramını ortaya atmıştır[4].Çünkü yöneticilikle din adamlığı farklı şeylerdir , diyanet ve siyasette şu iki konumun gözardı edilmemesi gerekmektedir.Siyasi yetki kralların,başkanların ;diyanet yetkisi de nebilerin elindedir.Durum böyle olunca diyanet yetkisi o işi yürütebileceklere,Allah’tan en çok korkana;siyaset ise halk arasında saygınlıkta öne çıkan kişi veya gruplara verilmelidir.

Dinin de devlet yönetimine dahil edildiği,kanunlarla güvence altına alındığı toplumlarda gerçek bir din anlayışından söz edilemez.Dini ibadetlerin devlet güvencesine alınması ’Dinde zorlama yoktur.’ilkesine ters düşeceğinden dinin özüne de ters düşmekte bir çok ibadet gösteriş adına,dünyevi menfaatlerden nemalanmak adına riya içinde yapılmış olacaktır.Aslında laik devlet tüm vatandaşlarına eşit mesafede olup, dini inançları konusunda kısıtlamadan, özgür bırakarak onları hür iradeleriyle dinlerini yaşama ortamı sağlamalıdır.Bu Atatürk’ün dediği gibi aklı hür, vicdanı hür bireylerin yetişmesi için en uygun ortamdır.

Laiklik denince akıllarımıza şu soru gelmektedir.Osmanlıda laiklik denilen bir kavram yokken ,aksine hem hilafet hem saltanat aynı kişide toplanmışken dünyaya hükmetmiştir.Neden Türkiye cumhuriyeti bu kavrama ihtiyaç duymuştur?

Aslında cevap basit ,Osmanlı laik değil gibi görünse de son söz padişahın olduğu için-hilafetin ve de saltanatın sahibi- laiklik gibi bir kavrama ihtiyaç duyulmamıştır.Şeyhülislam danışman mahiyetindedir.Padişaha sadece öneride bulunabilir.

Her ne kadar şu devirdeki kendini Atatürkçü olarak nitelendiren insanlar ,onun laiklik anlayışına deistik bir bakış açısıyla bakıp,dinsizlik şeklinde yorumlasalar ve bu şekilde davransalar da;Atatürk kuruluş dinamiklerinde din,maneviyat  olan bu topluma dinsizliği değil,akılcı bir din anlayışı getirme çabası içinde laikliki benimsemiştir.Atatürk,Yavuz döneminden beri Eş’arileşen,arapsal özellikleri din kisvesi altında benimsenen,özgür düşünceyi hep arka plana atmış bu zihniyeti ,kendi soyumuzdan olan Maturidi’nin akılcı din anlayışıyla değiştirmek istemiş,bunu kendi hazırladığı Seyit Bey’in konuşmasında duyurarak,’Bizler itikatte Maturidi,Amelde Hanefiyiz.’şeklinde beyan etmiştir.Ayrıca maliyetini kendi cebinden vererek, Türk insanının Kur’anı anlaması için Elmalılı Hamdi Yazır’a tefsir yazdırtmıştır.Bu tefsirin  kontratında ‘Bu tefsir hanefi fıkhı,Maturidi itikadına göre düzenlenecektir.’İbaresi bulunmaktadır[5].Bundan anlaşılıyor ki Atatürk şu an ki Atatürkçülerden farklı olarak dine değil,akıl dışı dine karşıydı ve laiklikten kasıt akıl dışı uygulamaların ortadan kalkması için özgür ortam oluşturmaktı.

Son olarak Atatürk,Ebu Hanife gibi Maturidi gibi  istidat sahibi olduğundan geleceği görmüş ve şu sözleri söylemiştir. “Laik hükümet tabirinden dinsizlik manasını çıkarmaya yeltenen fesatçılara fırsat vermemek lazımdır’’. [6]

Kaynakçalar

1-Sevan Nişanyan ,Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü www.nisanyansozluk.com

2-Halil Taşpınar: Mâtüridiye ile Eş’arîyye Mezhepleri Arasında İhtilaf mı? Suni Dalgalanma mı? Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt X/1, s. 213-250, Haziran 2006.

3-Sabahattin Selek, Millî Mücadele I: Anadolu İhtilali, 3.B., Burçak Yayınevi, İstanbul, 1966. s.77-78

4-Sönmez Kutlu,İmam Maturidi ve Maturidilik s.34-35

5-http://tr.wikipedia.org/wiki/Elmal%C4%B1l%C4%B1_Muhammed_Hamdi_Yaz%C4%B1r

6- Atatürk Söylev ve Demeçleri II/s.94

İlgili Yazılar