Bilim, gücü ve etkinliği görmezlikten gelinemeyecek kadar önemlidir. İnsanlığın tarihsel akışında, kültür ve uygarlıkların yaratılmasında etkin olan unsurların başında bilim vardır. Bugün bütün dünyayı etki çemberi altına alan çağdaş Batı Uygarlığı, ağırlıklı olarak “Batılı Bilim Paradigması” doğrultusunda, bu paradigmanın biçimlendirdiği bir insan ve evren tasavvuru çerçevesinde şekillenmiştir.
Batı Uygarlığı’nı, duygusallığı bir kenara bırakarak bütün yönleriyle sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek ve doğru anlayabilmek için, önce, etkin olan bilim paradigmasının doğru çözümlenmesi gerekmektedir. Batı, bir yandan, “demokrasi”, “laiklik”, “hukukun üstünlüğü”, “insan hakları” gibi, “yüksek evrensel değerler” olarak öne çıkan değerlerin dünya ölçeğinde kabul görmesini ister ve beklerken; diğer yandan da, hem bu değerleri, hem de insanın yaşaması için gerekli olan doğal ortamı, kendi çıkarları doğrultusunda tahrip etmektedir. Daha açık bir ifade ile, insanlığın geleceği, bugün gücü elinde bulunduran ve dünyayı istedikleri gibi değiştirme ve dönüştürme hakkına sahip olduklarını zanneden ülkeler/devletler/insanlar tarafından gittikçe daha da karanlık hale getirilmektedir. İnsanlığın geleceği, bu dünyada insanca yaşamak gibi bir kaygısı olan herkesi ilgilendirecek kadar önemli bir meseledir. İnsanlığın daha insani bir bilim ve teknoloji anlayışına ihtiyacı vardır. İnsanlığın, insan olmanın ortak paydasını yeniden kurmaya ve insanca yaşamaya ihtiyacı vardır. Kısaca insanlığın insan fıtratına uygun yeni bir uygarlığa ihtiyacı vardır. Bunun yolu da, yeni bir din anlayışından ve yeni bir bilim anlayışından geçmektedir.
İnsanlığın geleceği açısından yeni bir bilim paradigmasına ihtiyaç vardır; çünkü mevcut bilim anlayışı, insanı “homo economicus”a indirgemiş, dünyayı sadece “tüketilecek bir nesne” olarak görmüş ve bilimi dogma haline dönüştürerek, bilim ve teknolojinin ürettiği gücün kontrolünü zorlaştırmış; insanı Tanrı’dan uzaklaştırarak, bir anlamda köleleştirmiştir. Tanrı’dan uzaklaşarak özgürleşmek mümkün değildir. Yeni bilim paradigması, yeni bir insan, yeni bir evren ve yeni bir uygarlık anlamına gelecektir.
Müslümanların kendi gelecekleri açısından da, yeni bir bilim paradigmasına ihtiyaç vardır. Müslümanların şimdiye kadar meydana getirdikleri kültürel mirasın/ kültür, san’at ve genel anlamda uygarlığın doğru anlaşılabilmesi ve sağlıklı değerlendirilebilmesi için yeni bilim paradigmasına uygun olarak geliştirilecek yeni bir bilimsel yöntemle mümkün olabilir. Müslümanların yarattıkları kültür ve uygarlığın eksenini oluşturan bilim anlayışının ve bilimsel geleneğin, kaldığı yerden olmazsa bile, kök hücrelerinin beslenerek yeniden üretim için hazırlanması ve daha önceki birikimden istifade edilerek yeni bir bilim geleneğinin oluşturulması, hem Müslümanların, hem de bütün insanlığın geleceğini doğrudan ilgilendiren bir tür zorunluluk olarak görünmektedir.
Müslümanlar, Batı Uygarlığı ile, daha önceki bütün kültür ve uygarlıklar arasında bir köprü görevi görmüşlerdir. Batı, Müslümanların Felsefe, Bilim, San’at, Edebiyat gibi alanlardaki katkılarını bilinçli olarak görmezlikten gelerek, kendisini doğrudan Eski Yunan’la irtibatlandırmış ve Müslüman halkayı devre dışı bırakmıştır. En azından bilim alanındaki Müslümanların kazanımlarının ortaya konulması, bilimsel düşüncenin tarihsel güzergahının ve gelişme aşamalarının haritasının çıkarılması, insanoğlunun tarihsel macerasının doğru anlaşılması açısından önem taşımaktadır.
Bunun için de, Müslümanların geçmişte kullandıkları bilim paradigmasının/ bilimsel anlayışın; bilimsel geleneğin yeniden canlandırılması veya yeni bir geleneğin başlatılabilmesi için oluşturulması/ benimsenmesi gereken muhtemel bilim paradigmasının zaman geçirilmeden tartışılması gerekmektedir