MHP adayı Gündüz Aktan üzerinden “Maturidilik” konusunda bir tartışma sürdürülüyor. Maksat, MHP’yi yıpratmak! Star gazetesi muhabiri Sultan Uçar, konu ile ilgili benim görüşümü sordu. Cevabım eksik yayınlanmış. Öncelikle belirteyim ki, Gündüz Aktan’ın MHP’den aday olmasını doğru bulmuyorum. Bunun sebebi Alan Makowski’nin “Dünya için en önemli alternatif Amerikan imparatorluğudur” diye açıkladığı görüşe katıldığını beyan etmiş olmasıdır. Yine İsrail ile Kemalizmi özdeşleştiren Mithat Melen’in MHP’den aday gösterilmesi de yanlıştır.
Maturidilik konusunda ise Gündüz Aktan’ın görüşleri temelde doğrudur. “O kadere inanmaz” ifadesi ise yanlıştır. Maturidi’nin hiçbir ifadesi bu şekilde yorumlanamaz. Seçim zamanı, böyle yanlış yapılırsa elbette istismar ederler! İmam Maturidi, bütün Müslüman Türklerin itikat imamıdır. Hanefi mezhebine mensup Türkler “İtikatta Maturidi, mezhepte Hanefiyiz” der. Fakat, Türk eğitim sisteminde Maturidi, hiç öğretilmediği için bugün birçok Müslüman, Maturidi’nin adını bile bilmez! Zaten Maturidi bilinseydi, Türk halkı aklını kullanır; AKP’nin teslimiyetçiliği veya ABD’nin “Ilımlı İslam” üzerinden emperyalizme boyun eğmezdi!
***
Biz meseleyi, 1993’te “Türklüğün Yeni Dünya Düzeni” nde geniş olarak incelemiştik.
Ehli sünnet olarak kabul edilen mezhep mensuplarının itikatta dayandığı iki temel düşünce vardır; biri Maturidilik, diğeri ise Eşarilik.
İmam Eşari, “hayır da, şer de Allah’tandır” der. İmam Maturidi ise, “her şey Allah’tandır” görüşünü benimsemekle birlikte “kötülük, Allah’ın kaza ve kaderidir” biçimindeki görüşü Allah’a karşı saygısızlık olarak kabul etmiştir. Yani, kötülüğü tercih eden insandır.
Maturidiye göre insan, delillere dayanarak ve ikna olarak iman eder. İnsan, Allah’ın verdiği akıl yeteneği ile, eylemlerin değerini, hayır mı şer mi olduklarını kavrayabilir.
İşte, Türkler ve Türk bilim adamları dolayısıyla medreseler Maturidi’nin yolunda, tahkiki iman yolunu tercih etmişler ve bu şekilde araştırarak iman etmenin, taklidi imandan üstün olduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla, bütün dini bilimlerin yanında, medreselerde nakile dayalı bilgiler ile birlikte akla dayalı bilgilere de yer verilmiş, astronomi, cebir, geometri, mühendislik, tıp gibi bilimler ağırlıkla okutulmuştur.
Bu bilimler sayesinde Selçuklular ve Osmanlılar çağın en büyük bilim ve teknolojisini üretmişler, bu sayede süper güç olmuşlardır.
***
Yavuz döneminin sonuna kadar O Osmanlı’daki ilim ve teknoloji üretimi artarak sürmüş, Kanuni döneminden sonra bu üretim yavaşlamış ve nihayet durmuştur. Bunun sebebi Yavuz’un Tebriz ve Kahire’den İstanbul’a getirdiği Eşari ve Şii okullarına mensup, yaklaşık 2 bin bilim adamının Osmanlı medresesine hakim olmasıdır.
İstanbul’u dünyanın ebedî bilim merkezi haline getirmek gibi yüksek bir düşünceden kaynaklanan bu bilim adamı sevkiyatı, maalesef İstanbul’da akıl ile nakil arasında kurulan sağlıklı dengeyi tamamen bozacak, araştırma-geliştirmeye dayalı ilim ve teknoloji üretimi tamamen duracak, nakil bilimleri, bir nevi ruhban sınıfı meydana getirecek ve Osmanlı gerilemeye böyle başlayacaktı. O zamana kadar “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” görüşü ile bilgi ve teknoloji üreten Maturidi görüşe sahip bilim adamları azınlıkta kalacak, çalışmaları engellenecekti.
Ancak, Batı’da bilim ve teknolojinin gelişmesi askerliğe yansıdıkça, bu gelişme savaşlarda Osmanlı’nın karşısına çıktıkça, eksiklikler yenilgilerle hissedilir oldu.
Atatürk işte bu eksikliği biliyor, bu sebeple Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an tefsiri yazdırırken “Maturidi çizgisinde bir tefsir olsun” diyordu!
Türkiye’de bugün hala Eşari görüş hakimdir! Bu sebeple aklımızla değil duygularımızla hareket ediyoruz!