Bildiğimiz üzere,insanın yaratılışı Kur’an da ’’Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.’’(hicr 26) ayetiyle geçmektedir,demek ki insan tabiattaki bir çamurdan yaratılmış.Buradan da anlaşıldığı ,ilminde tesbit ettiği gibi, insan anatomisinde tabiatta bulunan bütün materyaller mevcuttur.Örnek verecek olursak su ,demir,magnezyum,bor,fosfat,ve benzeri daha ismini sayacağımız bir çok mineral.Bu mineraller insan hücre yapımında,gelişiminde,zeka oluşumunda,hastalıklara karşı direncinde ve neslini devam ettirmesinde ve sayabileceğimiz bir çok şeyde faydalı olmaktadır.Bu mineraller yeterli alındığı ve doğadaki haliyle tüketildiği zaman sağlıklı bir hayat sürdürülebilir.Bu mineraller yeterli alınmaz ve doğadaki haliyle alınmaz ise bir çok sağlık problemiyle karşılaşabiliriz( zeka geriliği,kısırlık,kanser,en küçük hava değişiminde bile hastalanmak,mutsuzluk ve benzeri bir çok sağlık problemleri gibi)
Bu konuyu hayatımızdan birkaç örnekle biraz daha açmak istiyorum.Hep söyleriz ; köyde,nahiyede yaşayan insanlar daha çok yaşarlar hatta bizim yılda çok kez ziyaret ettiğimiz hastaneleri çok az ziyaret ederler,belki de hiç gitmezler.Baktığımız zaman köylerde yaşayan insanlar,atalarından kalan hayvanlarını,bitkilerini yetiştiriyorlar; bunu yaparlarken de, usül olarak atalarına bağlı kalıyorlar.Hayvanından gelen gübreyi tarlasına götürüp,geçen sene aldığı mahsulden tohum üretiyor.Özetleyecek olursak tabiatın ona bahşettiği orijinal haliyle toprağı işleyip,hayvanlarını yetiştirip ve kendi de tabiattan olduğu için,anatomisinin yapısı bozulmadan hayatına devam etmektedirler,tabiki yaşlılığa bağlı olarak gelişen fiziksel bozulmalar hariç.
Anlaşıldığı üzere uzun ve sağlıklı yaşamanın sırlarından en önemlisi doğada ilk haliyle bulunan besinleri tüketmek .Peki bizler acaba 21.yy da bu şekilde hayatımızı sürdürebiliyor muyuz? İsterseniz günümüze bir göz atalım.
Günümüzde insanlığın her alanda ilerlemesiyle bir çok bilim dalında da atılımlar oldu ve birçok yeni bilim dalı türedi.Bu bilim dalları insanlığa çok fazla hizmet getirdiği gibi geri dönüşümü zor olan zararlar da ortaya çıkardı.Bu bilim dalların dan bir tanesi de ,Genetik mühendisliği…
Genetik Mühendislik ürünleri teknolojisi, yaşayan organizmaların genetik yapısını değiştirmeyi ve elde edilen yeni ürünleri kar amaçlı olarak satmayı hedefleyen bir çalışma koludur.Bu teknoloji bazı milletler arası “yaşam bilimi” firmaları tarafından sürdürülmektedir.
Bu firmalar çalışmalarının dünyadaki açlığını azaltacağını,hastalıkları tedavi edeceğini,insan sağlığını olumlu etkileyeceğini, tarımda sürekliliğin sağlanabileceğini iddia etmektedirler.Oysa gerçekte yapılan çalışmalara bakıldığında ,esas amacın dünyadaki tohum, gıda, tıbbi ürünler, lifli besinler sektörlerini kontrol altına almak ve monopol oluşturmak olduğu görülmektedir.
Genetik Mühendisliği devrim yapan yeni bir teknolojidir.
Bu mühendislik dalı halen gelişme aşamasındadır. Söz konusu teknoloji o kadar güçlüdür ki sadece türler arasındaki değil insanlar, hayvanlar ve bitkiler arasındaki genetik koruma duvarlarını dahi yıkabilir. Çeşitli virüsleri, antibiyotiğe dirençli genleri, bakterileri, vektör, işaretleyici ve promotor olarak kullanarak genetik kodları kalıcı olarak değiştirir ve daha sonra genleri değiştirilmiş organizmalar bu genetik değişimleri kendilerinden sonraki nesillere kalıtım yoluyla aktarırlar.
Dünya üzerindeki bütün genetik mühendisleri ; genetik malzemeye ilaveler yapmak, yeniden düzenlemek, düzeltmek, programlamak gibi işlerle meşgul olmaktadırlar. Bitki, balık ve bazı hayvanların kromozomlarına hayvan genleri ve hatta insan genleri enjekte edilerek hayal edilemeyecek transgenik(farklı canlıların genleri arasında yapılan transferlerden) yaşam biçimleri elde edilmektedirler.Tarih boyunca ilk defa uluslarası bioteknoloji şirketleri yaşamın mimarları ve sahibi konumu durumuna gelmişlerdir.
Kanuni kısıtlamalar ve kurallar, isimlendirme şartları veya bilimsel protokoller çok az olduğu için bio mühendisler yüzlerce yeni ‘’Franken foods’’ (yapay, farklı türler arası birleştirilmiş genlerden oluşan besinler) ve tahıl türleri yetiştirmeye başladılar. Bunlar gerçekten insana ve çevreye zarar verici niteliktedir ve ayrıca dünyadaki milyarlarca çiftçi ve köylü içinde olumsuz sosyo ekonomik etkileri vardır.
Gün geçtikçe artan sayıda bilim adamı kullanılan gen ayırma teknolojilerinin tam gelişmemiş, yanlış ve sonuçlarının öngörülemediğini söyleyerek ikazda bulunmaktadır. Ancak, ABD ‘nin liderliğindeki bio teknoloji taraftarı hükümetler ve düzenleyici kurumlar Genetik Mühendisliği ürünü yiyeceklerin, geleneksel yiyeceklerle aynı olduğunu ve özel bir şekilde etiketlenmesine veya pazarlama öncesi bir zararı olup olmadığının anlaşılabilmesi için bir teste tabi tutulmalarına gerek olmadığını söylemektedir. Yeni cesur dünyanın üretip kabul ettiği bu yapay yiyecekler, korkutucudur.
Şu anda ABD’de dört düzineden fazla genetiği değiştirilmiş besin ve tahıllar oldukça yaygın olarak satılmaktadır. 70 milyon acre (1acre=4046.9 m2) tarım alanı üzerinde genetiği değiştirilmiş ürünler alanı ekili durumdadır. Buna ilaveten bir firmanın ürettiği Bovine Büyüme Hormonu (rBGH) düzenli olarak 500.000 süt ineğine enjekte edilmektedir.
Süpermarketlerdeki işlemden geçmiş besinlerin çoğunda genetik katkı maddeleri vardır ve testlerde bunu doğrulamaktadır. Buna ek olarak düzinelerle genetiği değişmiş tarım ürünü geliştirilmektedir ve bunlarda kısa bir zaman sonra piyasaya sürülmüş olacaklardır. Gelecek 5-10 yıl içinde ABD’deki besin ve lifli gıdaların tamamının genetiği değiştirilmiş olacaktır. Bunların arasında soya fasulyesi, mısır, patates, kanola yağı, pamuk tohumu yağı, papaya, domates ve süt ürünleri sayılabilir.
Besin ve lifli ürünlere uygulanan genetik mühendisliğinin sonuçları belirsiz olduğu kadar hayvanlar, insanlar, çevre ve organik tarımın geleceği için tehlikelidir. İngiliz moleküler bilimci Dr.Michael Antoniu’nun belirttiğine göre gen ayrıştırılması beklenmedik bir şekilde toksik maddelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Toksik maddeler özellikle genetik mühendisliğin uygulandığı bakteriler, mayalar, bitki ve hayvanlarda görülmektedir. Ancak, büyük bir sağlık sorunu ortaya çıkana kadar bu sorun pek dikkati çekmeyecektir.
Bu besin maddelerinin zararları :
Toksinler ve Zehirler
Genetik mühendisliği uygulanmış ürünler potansiyel olarak toksik olup insan sağlığını tehdit edici bir konumdadır. 1989 yılında L-tryptophan isimli çok bilinen bir maddenin genetik mühendisliği uygulanmış bir türü 37 Amerikalı’nın ölümüne ve 5000 kişininde sakatlanıp ölümcül ve ızdıraplı bir kan hastalığına yakalanmasına (eosinophilia myalgia syndrome ‘’EMS’’) sebep olmuştur.
Japonya’nın üçüncü büyük kimyasal şirketi olan Showa-Denko ilk defa 1988-89 yıllarında serbestçe satılan bileşimde genetik mühendisliği uygulanmış bakteriler kullanmıştır. Düşünülen odur ki DNA nakli işlemi sırasında bakteriler bir şekilde kirlenmiş ve de bu insanların hastalanmasına neden olmuştur. Bu yüzden Showa Denko şirketi ilaçdan zarar görüp EMS hastalığına yakalanan kişilere 2 milyar dolar tazminat ödemiştir.
1999 yılında İngiliz basını Rowett Enstitüsün’den bilim adamı Dr.Arpad Pusztai’nin yaptığı detaylı araştırma genetiği değiştirilmiş patateslerin de zararlarını ortaya koymuştur.
Laboratuar testlerinde snowdrop çiçeğinin (kar damlası çiçeği, Avrupa’da yetişir ve daha kar kalkmadan çiçek açar) DNA sı ile bilinen bir viral promoter olan Cauliflower Mosaic Virus (CaMv) kullanılarak genetik yapısı değiştirilmiş patateslerin memeliler için zehirli olduğu tesbit edilmiştir. Kimyasal kompozisyonu normal patateslerden oldukça farklı olan bu patatesler farelerin hayati önemi olan organlarına ve bağışıklık sistemlerine zarar vermiştir. En tehlikelisi ise farelerin midelerinin iç yüzeyinde son derece ciddi bir viral enfeksiyon ortaya çıkmıştır ki bunun da nedeninin CaMv denilen viral promoter olduğu kesindir ve de bu madde bütün genetik mühendisliğinin yarattığı ürünlerde kullanılmaktadır.
Dünyada her geçen gün artan sayıda bilim adamı genetik manipülasyonun besinlerde doğal olarak bulunan bitki toksinlerinin seviyesini arttıracağını veya yeni toksinler yaratacağı konusunda ikazlarda bulunmaktadırlar.
Bütün bunlara rağmen yeterli denetim olmadığı için tüketiciler kobay olarak kullanılmak durumundadırlar.
Artan kanser riski
1994 yılında FDA(Amerikan ilaç gıda dairesi,Bu kurum uluslar arası ağırlığı olan bir kurumdur), bir firmanın Büyüme Hormonu satmasını ve süt veren ineklere bu hormonun enjekte edilmesini bilim adamlarının tüm itirazlarına rağmen onaylamıştır. Bu ineklerin sütünden elde edilen besinleri tüketen insanlarda göğüs, prostat ve kolon kanserine yakalanma riski oldukça fazladır.1998 yılında Kanada’da hükümetin görevlendirdiği bilim adamları farelerde yaptıkları deneylerde prostat kanseri ve tiroid kistleri olasılıklarına rastlamışlardır. Sonuç olarak 1999 yılı başlarında Kanada hükümeti süt veren ineklerde bu hormonun kullanılmasını yasaklamıştır.
Yiyecek allerjileri
Yiyecek allerjisi olan kişilerde (ki Amerikalı çocukların %8 inde bu sorun vardır) semptomlar hafif huzursuzluktan ani ölüme kadar değişkenlik gösterir. Dolayısıyla bu kişiler günlük besin maddelerine eklenen yabancı proteinlerden zarar görebilirler, çünkü söz konusu proteinler insanlar tarafından şimdiye kadar hiç tüketilmemişlerdir. Gelecekte olası bir kamu sağlığı felaketini önleyebilmek için pazarlama aşamasından önce hayvanlarda ve gönüllü insanlarda uzun dönemli testler yapılması gereklidir.
Ayrıca, bu besin maddelerinin etiketlerine gerekli uyarıların yazılması da besin alerjisi olan kişileri korumak açısından şarttır.
Ne yazık ki FDA veya dünyadaki diğer kontrol mekanizmaları pazarlama öncesi hayvan ve insanlarda testler yapılmasını rutin olarak talep etmemektedirler. İngiliz bilim adamı Dr.Mae-Wan Ho’nın belirttiği gibi genetiği değiştirilmiş besinlerin allerji yapma potansiyelini kestirebilmek mümkün değildir, çünkü allerjik reaksiyonlar kişinin allerjenle temasından ancak bir müddet sonra ortaya çıkmaktadır.
Besinlerin kalitesi ve beslenmeye verilen zarar
1999 yılında Dr.Marc Lappe’nin Journal of Medicinal food dergisinde yayınlanan makalesinde genetiği değiştirilmiş soya fasulyesinde insanları kalp hastalıkları ve kansere karşı korumakta yararlı phytoestrogen bileşimlerinin geleneksel soya fasulyelerine göre daha az olduğu belirtilmiştir.
Antibiyotik Direnci
Gen mühendisleri bir bitki veya mikroba yabancı bir gen ilave ettikleri zaman onu başka bir gene bağlarlar ve bu da antibiyotik direnç simgesi (antibiotic resistance marker-ARM) olarak isimlendirilir. Bu sayede ilk verilen genin ev sahibi organizmada başarılı bir şekilde kalıp kalmadığı tesbit edilir.
Bazı araştırmacılar bu ARM genlerinin beklenmedik bir şekilde hastalık yapan bakteriler veya mikroplarla birleşebileceği ikazını yapmakta ve geleneksel antibiyotiklerle tedavisi mümkün olamayacak hastalıkların ortaya çıkabileceğini belirtmektedirler. Örneğin salmonella’nın yeni tipleri,e-coli, kampilobakter bunlardan bazılarıdır(bu saydıklarım hastalıkları yapan bakterilerin dünyadaki isimleri). Avrupa Birliği yetkilileri bütün genetiği değişmiş ve ARM taşıyan besinlerin yasaklanmasını öngörmektedirler.
TOPRAKTA VE ÜRÜNLERDE DAHA FAZLA TARIM İLACI KALINTISI
Yapılan çalışmalarda genetiği değiştirilmiş ürünler yetiştiren Amerikalı çiftçilerin geleneksel tarım yapan çiftçilere göre daha fazla tarım ilacı kullandıkları tesbit edilmiştir, çünkü bu bitkiler tarım ilaclarına karşıda dirençlidir.
İlaca karşı dirençli olan bu bitkilerin özelliği tarım ilaçlarından zarar görmemeleridir. Dolayısıya çiftçiler bitkilerdeki haşeratı öldürmek için tarım ilaçlarını fazla miktarlarda kullanabilmekte ve bitkide bundan zarar görmemektedir:
Bio teknolojide lider olan şirketler aynı zamanda toksik tarım ilaçlarını da üretip satmaktadırlar, dolayısıyla bu şirketler bitkileri özellikle genetik olarak ilaca karşı dirençli olarak dizayn etmekte ve böylece çiftçilere daha fazla tarım ilacı satma imkanı bulmaktadırlar:
GENETİK KİRLİLİK
Genetiği değiştirilmiş ürünlerin ekili olduğu alanlardan genetiği değiştirilmiş polenler rüzgar, yağmur, kuşlar, arılar ve polen taşıyıcı böcekler tarafından hem organik hem de normal tarımın yapıldığı alanlara taşınmakta ve buradaki ekinlerin DNA sını kirletmektedir.
Organik tarımla uğraşan çiftçiler genetik kirliliğin kontrol edilemeyeceğini savunmakta ve bunların yaşayan canlılar oldukları için çoğalabileceklerini, göç edebileceklerini, mutasyona uğrayabileceklerini belirtmektedirler.
Faydalı Böceklerin ve Toprak verimliliğinin zarar görmesi
Bu yılın başlarında Cornell Üniversitesinden bazı araştırmacılar şaşırtıcı bir keşifte bulundular. Genetik olarak değiştirilmiş mısırların polenleri Monarch kelebeklerini zehirlenmesine sebep olmaktaydı. Araştırmalar bu tür ürünlerin yararlı böceklere ve topraktaki yararlı mikroorganizmalara belki de kuşlara bile zarar verdiğini tespit etmiştir.
Yeni virüs ve bakterilerin yaratılması
Yıllar önce Michigan State Üniversitesinde yapılan deneyler bitkilerin genetiğini değiştirmenin ve onları virüslere karşı dirençli yapmanın söz konusu virüslerin mutasyonla daha etkin bir hale gelmesine yol açtığını belirlemiştir. Örnek verecek olursak Türkiye de son dönemlerde rastlanan,kuş gribi,domuz gribi ve kırım Kongo kanamalı ateş hastalığını yapan,keneler .
Sosyo ekonomik Zararlar
Genetiği değiştirilmiş yiyecekler ve bio teknoloji ürünü gıdaların kullanımı 12.000 yıldan beri devam edegelen geleneksel tarım üretimine sekte vurmakta, kullanılmakta olan Terminatör Teknolojisi gibi metodlar tohumların kısırlaşmasına sebep olmaktadır. Böylece dolaylı bir şekilde zorlanan çiftçiler çok daha pahalı olan genetik mühendisliği ürünü tohumları bir avuç global monopolden almak zorunda kalmaktadırlar.
Ms.Cummins makalesinden özet .
Maalesef ,gördüğümüz üzere,teknoloji ticari olarak bizlere fayda sağlasa bile sağlık olarak ve yaşam olarak geri dönüşümü zor olan zararlar verebilmekte.Biz Türkler yüzyıllarca üç kıtaya hükmetmiş bir milletiz,bizi bilen diğer kavimler ,bizi göçer , tabiatla iç içe yaşar ,güçlü kuvvetli sağlılklı ve zeki görmüşlerdir.Bu sebeple iyi beslenemeyen sağlıksız bir toplum,ne ileriyi görebilir,ne Allah’a kulluk vazifelerini yapabilir,ne de hür yaşayabilir.Bura da yapılması gereken doğru tarım politikaları geliştirebilmek,en saf haliyle vatandaşı besleyebilmek,teknolojiyi ziraai makinalar ve işleme kapesitesi yüksek fabrikalar kurarak,çifçimizi bu temelde bilinçli hale getirip destekleyerek yeni nesillerimize sağlıklı, mutlu bir yaşam bırakmalıyız.Bakınız büyük Türk lideri Mustafa Kemal bundan seksen sene önce neler söylemiş:
Milli ekonominin temeli tarımdır.
Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bu gün dünya üzerinde olmayacaktık.
Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür.
Köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları, verimli, modern, uygulamalı tarım merkezleri kurmak gereklidir.
Bende çiftçi olduğumdan biliyorum. Makinesiz tarım olmaz.
Kılınç ve saban; Bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi.
Burada bir çiftlik kuracağım. Bu çiftlikte hayvanlar yetiştireceğim. Bir küçük ormanın kenarında tarım endüstrimize ait bacalar tütecek.
Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışma imkanlarını, asri ve iktisadi tedbirlerle en yüksek seviyeye çıkarmalıyız.