Çağın Meydan Okumaları Karşısında Genç Zihinler ve İnanç Krizi
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün
Giriş ve Sorunun Tespiti
Her dönemin insanı, belli problemlerle test edilir. Bu problemler o dönemin ‘uçurum’ları yahut ‘ateş çukurları’dır[1]. İnanç yahut değer yoksunluğunun, çağın uçurumları veya ateş çukurları olduğunda şüphe yoktur. Doğal olarak, inanç sistemleri ve değerlerin de, insanları bu “uçurumlardan yahut ateş çukurlarından” kurtarması beklenir. Bu durumda şu sorunun sorulması gerekir: İnançsızlık ve değer yoksunluğu birey için tehdit, toplum için de riskse, bu tehdit ve riski (uçurumu) ortadan kaldırıp onun yerine barışı, esenliği, güvenliği hülâsa erdemli bir yaşamı ikame etme iddiasındaki dini insanlarla – özellikle de genç zihinlerle – nasıl buluşturacağız? Bütün gayretlere rağmen bu buluşma gerçekleşemiyorsa, bu süreci bloke eden faktörler nelerdir ve bunların üstesinden nasıl gelebiliriz?
Dinin içerik ve sunum olarak genç zihinlere ulaşmada bazı engellere takıldığı varsayımından hareketle, ilk olarak genç bireylerin din/inanç bağlamında nasıl konumlandıklarına göz atıp, ardından da dinin içerik ve dil itibariyle etkili bir iletişime nasıl konu edilebileceğini tahlile başlayabiliriz.
Dinle ilişkilerinde genç nüfusu kategorize ettiğimizde temelde üç grupla karşılaşabiliriz. Bunlardan ilki bütün kurum ve kurallarıyla bir din olarak İslam’a zihniyle ve gönlüyle bağlanmış olanlardır. Bu gruptakiler, güçlü bir Allah, peygamber ve âhiret tasavvuruna sahiptir ve karşılaştıkları herhangi bir dinî problemi bu tasavvurların ışığıyla analiz etme kudretindedirler. Hiçbir yeni sorun, onları bir savrulmaya uğratmaz; zira sabiteleri vardır. Bu sabiteler değer temellidir ve onlara, insanların hayatına değer katmanın insanları daha da değerli kıldığını öğretmiştir. “Yeryüzünde kalıcı değer taşıyanın insanların yararına yapılan işler olduğu, gerisinin bir köpük gibi çekip gittiği”[1]yönündeki ilahî beyan onlara bu yolculuklarında rehberlik etmektedir.
İkinci gruptakiler, kendisini dindar olarak tanımlamasına ve dinî pratikleri yerine getirmesine rağmen, dinî söylemlerin bir kısmından duyduğu rahatsızlık sebebiyle kendi içinde çatışma yaşamaktadırlar. Özellikle aynı dinin içindeki parçalanmalar ve çatışmalar, genç zihinlere inancın birleştirici mahiyeti ve barışı öneren karakteri konusunda şüpheler düşürmektedir. Bu çatışmalar bazen başka dinlerle, bazen dinin kendi içindeki mezhepler/meşrepler arasında, bazen seküler dünya görüşüne sahip olanlarla, vs. yaşanmaktadır. Bunların politik kaygılardan ve iktidar arzusundan kaynaklandığı ve dünya tarihinde çatışmaların sadece küçük bir kısmının dini kaynaklı olduğu yönündeki argümanlar doğrudur; ama dinin neden bu çatışma ortamını ortadan kaldıramadığı sorusu, bu inanan zihinler için, hâlâ ciddi bir cevap beklemektedir.
Üçüncü grup ise kendini dine bütünüyle kapatanlardan oluşmaktadır. Bunlar ağırlıklı olarak dini hiçbir şekilde gündemlerine almayan bir ortamın yetiştirdiği gençlerden oluşmakta ve kendilerini agnostik olarak tarif etmektedirler. Aynı grubun içerisinden kimileri de kendilerini aktif veya pasif ateist olarak tanımlamaktadır.
Bu gruplar ve daha anılmayanlar, ancak dinin hakiki veçhesiyle sunulduğu bir dil vasıtasıyla ilişkilerini yeniden tanımlama imkânına kavuşacaklardır. Ünlü İrlandalı yazar Bernard Shaw bu imkâna şöyle tercüman olmaktadır:
“… İşte bu yüzden, Müslümanlığın yaşayan bir din olarak tekrar yeryüzüne dönmesi için, Muhammed’in de gerçek niteliğiyle yeniden keşfedilmesi gerekiyor.”[1]
Bu gruplara şüphesiz başkaları da eklenebilir. Bu zihin hâllerinden hareket ederek yaşadığımız çağda insanların dinle aralarına neden mesafe koyduklarının, nasıl bir din dili geliştirilirse zihne ve kalbe ulaşma imkânının ortaya cevaplarını bulmaya çalışalım.
Sonuç
Dinin mütekâmil hâlini temsil eden İslam’ın,[1] bu kemâlin doğal sonucu olarak, yüzyılların birikimiyle entelektüel yeteneklerini daha iyi kullanmaya başlayan genç zihinlere kolayca ulaşması beklenirdi. Ama durumun hiç de bu doğallığın gerektirdiği gibi olmadığı ortadadır.
İslam ümmetinin, Allah’ın kendilerini Müslüman olarak adlandırmasını[1] yeterli bulmayıp parçalara ayrılması; her parçanın kendini yüceltip[2] diğerlerine tahakküme kalkması; ümmetinin ihtilâfını (farklı düşüncelerde olma/çeşitlilik) rahmet olarak gören nebevî beyanı içselleştirememiş kabile kültürünün (hamiyye) hâkimiyeti, gibi tezahürler, zihni ve kalbi açık bu insanlara Kur’an mesajının ulaşmasını engelleyen bariyerlerden sadece bir kısmıdır.
Bu gibi olumsuzlukların yarattığı kriz anlarında doğru soruyu sormak önemlidir. Kanaatimce, gençlerin inanç krizine ilişkin şu soru doğru bir sorudur: İnanç, düşünce, eylem, vs. boyutlarıyla zor zamanlar geçiren insanlar, hangi referans noktalarına ağırlık vererek bu krizi aşabilir?
İslam toplumu tarihte benzer krizleri; Kur’an mesajını nesnel bilgi zemininde inşa eden bir düşünce geliştirerek; herkese güvenilir bir yaşam alanı açan ahlâkî erdemlere hayat hakkı tanıyarak ve bunları insanların zihnine ve kalbine taşıyacak iknaî bir dil geliştirerek aşmıştır.
Tarihte gerçekleşen bir olayın tekrar gerçekleme imkânına Kur’an mesülât[1] terimiyle işarette bulunmaktadır. Bilgi, değer ve entelektüalitenin, onlara değer verenleri daha da değerli hâle getiren bu mesülâttan olduğunda hiç şüphe yoktur.
Son olarak, “Zorluğun kolaylığı içinde barındırdığı”[1] yönündeki ilahî beyan, ne kadar derin olursa olsun, krizden çıkış yolu arayan her akl-ı selim sahibine ihtiyaç duyduğu ‘kurtuluş’ reçetesini sunmaktadır.